Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Ekim 2011 Pazartesi

"Egypt" kelimesinin kökeni





  Egypt, yani bizim bildiğimiz "Mısır", Afrika'nın kuzeyindeki bir ülke olarak bilinir. Kelime kökeni, tarihi yalan yanlış bize aktaran Antik Yunanlıların Yunancasından gelmektedir: "Aegyptos". Ama biz bu kelimenin gerçekte ne tür bir gizem taşıdığından habersizizdir. Tıpkı Antik Yunanlılar gibi!

Aegyptos, Yunanca köken olan, Hi-Gi-Ptos'tan gelmektdir. Antik Yunanlılar bu harfleri, Het-Ka-Ptah olarak kullanmaktaydılar. Antik Mısır'da "Het"in anlamı "yer"dir. "Ka" ve "Ptah" ise Antik Yunanlıların, Antik Mısır'dan aldığı kelimelerdir. Antik Mısır ile haşır neşir olanlar Ptah'ın kim olduğunu bilirler, bilmeyenler için şu kadarını söyleyelim; her şeyi yaratmak Antik Mısır Tanrılarından Ptah'a bahşedilmiştir. "Ka" ise, Antik Mısır ile ilgilenen bilim adamları için tartışmalı bir terimdir. Tartışmaya girmeden bizim savunduğumuz anlamı paylaşmak istiyoruz: "Özün fiziksel izdüşümü".



  Bu anlamlar birleştiğinde ortaya şu ilginç terim çıkıyor: "Ptah'ın özünün izdüşümünün yeri". Bu terim yine Yununlıların Mısır'da Memphis olarak adlandırdıkları başkentteki bugünkü modern köylerinden olan Mit Rahaina'nın içindeki yıkıntıların duvarlarında hala okunmaktadır. Ancak farkı, Memphis şehrindeki yazılar için bu terim, "Het-Ka-Ptah", bütün bir Antik Mısır'ın değil sadece başkentine ait bir isimdir. Onlar için koca coğrafyanın yani ülkelerinin ve medeniyetlerinin adı KMT olarak ifade edilirdi. Bir çok farklı okunuşu vardır: Kemet, Kemit, Khemet, Kem ve ilginizi çekeceğinizi düşündüğümü en sona bıraktım: Al Khem (Alchemy - Simya), yani Antik Mısır'ı inceleyen Mısır'ın bugünkü yerlilerinin kullandığı gerçek terim: Khemit. Esas anlamıyla: "The Black Land" "Kara Diyar". Bir tarım uygarlığını geliştirebilecek zenginliğe sahip Nil'in alüvyonlu toprağının rengi!


Khemit, ülkenin; günümüze evrilmiş Egypt ise, başkentinin adıydı.


İngilizce kaynaktan çeviri: "Ucurum Production"  
                          
                         (Ucurum Prodüksiyon)




Kaynak, Stephen Mehler - The Land of Osiris

Kim bu “Gözcü"ler?

Annunakiler

    İbrani folklorunda adları “Nefilim”. Eski Mısır’da “Neter” olarak adlandırılıyorlar. Sümer, ilk kez adlarının duyulduğu yer. Bütün bu kültürlerde ortak olan ve “Gözcü” olarak nitelenen bu “sıradışı” varlıklar birer mit mi, yoksa gerçek mi?



Kim bu “Gözcü”ler ?

  İbrani mitlerinde ve Tevrat’ta onlara “Nefilim” diyorlar. Eski Mısır’da adları, “Neter”. Sümer mitlerinde “Anunnaki” diye geçiyorlar. Diğer yandan “Sumer” sözcüğü, “Gözcü’lerin ülkesi” anlamına sahip. Hangi adla anılırlarsa anılsınlar, bütün eski kültürlerde ve bu kültlere ilişkin mitlerde başrol onların. Eski diller uzmanları, Antik Çağ kültürlerine şaşılacak biçimde net biçimde damgasını vurmuş bu esrarengiz varlıkların, neredeyse bütün eski uygarlıklarda “gözcüler” olarak adlandırıldıklarını söylüyorlar. Sözünü ettiğimiz dönem, İsa’dan en az 3000 yıl öncesi. İyi ama, “geç neolitik” olarak adlandırılan dönemin bütün uygarlıklarının literatürlerine benzer ifadeler ve anlatılarla girmiş bu “Gözcü”ler kimler? Neyi ya da kimi “gözlüyorlar”? Bütün bunlar yalnızca antik Çağ insanlarının düş güçlerinin bir ürünü mü, yoksa gerçekten bugün anıları silinmiş, izleri bulunamayan, haklarında hiçbir şey bilmediğimiz birileri, bu gezegende yaşamışlar mı?



Mitler ve gerçekler


Sürekli vurguladığımız gibi, bilginin az olduğu ya da bazen üzerinin örtüldüğü yerlerde, spekülasyonların başını alıp gitmesini engellemek mümkün değildir. Bilimsel yöntemlerden, bilimsel şüphecilikten (scepticism) ve somut bulgulardan başkasına güvenmemekten söz ederken, aynı şüpheciliği şu anda bildiğimizi varsaydığımız alanlara uygulamamak, bazen spekülasyonlardan da olumsuz sonuç verir. Bilim eğer “gerçeği aramak” amacını içeriyorsa bizler için, bu aynı zamanda kurumlaşmaya, bilimsel otokrasiye de karşı çıkmamızı da gerektirir. Herhangi bir alanın “spekülasyona açık” olması bizi ürkütmemeli; verileri doğru okumak, burada anahtar sözcük niteliğine sahip. Ortodoks bilim ve akademisyenler, çoğu kez içinde bulundukları “bilimsel bürokrasi”nin ellerini kollarını bağlayıcı hantallığı ve “ağaçlardan ormanı görememe” alışkanlığı nedeniyle; yeni ve sarsıcı düşüncelere baştan olumsuz tepki vermeye eğilimlidirler. Hele bu, onların “Akademisyenler Olimpos’u”nun dışından geliyorsa. Arkeoloji ve arkeoastronomi, yirminci yüzyılın başlarından bu yana bu sorunu yoğun biçimde yaşıyor. Sıra dışı olduğu varsayılan düşünce ve teoriler yalnızca dışlanmakla kalmıyor, bir de aşağılanıyor kendilerini “bilimsel şüpheci” diye adlandıran ortodoks çevrelerde. Oysa tarih, uzun ve yavaş bir yürüyüş. Geniş dilimler halinde onu incelediğimizde, her aşamasında ortodoksinin engellemelerini ve inanılmaz tutuculuğunu fark ediyor, ama uzun vadede “sıradışı” varsayılan fikirlerin yaşadığını görüyoruz.

“Neter”ler ya da “Gözcüler” sorunu da yirminci yüzyılın bitmeyen tartışmalarından biri. Dogmalarla gözünü bağlamayan ve açık fikirli olmaya çaba gösterenler, bugün “mitler” deyip geçtiğimiz anlatıların bu denli geniş bir coğrafyada ve neredeyse birbirinin aynı ayrıntılarla var olmasından yola çıkarak, bu metinlere daha farklı bakmamız gerektiğine işaret ediyorlar. Oysa ortodoks bilim akademisyenlerinin yaklaşımı, oldukça farklı. Onlar, eski toplumları bütünüyle çözümlediklerine inanıyor ve ekliyorlar: “Din dindir, mitoloji de mitoloji. Bunları gerçek tarihsel olgularla karıştırmayın.” Bunu söylerken de, bilerek ya da bilmeyerek, bugünün egemen dinlerinin yörüngesinde duruyorlar. Eşine az rastlanır bir ikiyüzlülük ve çifte standart uygulaması bu. Bir yandan somut bilimsel bulgular dışında hiçbir şeye prim vermemekten söz ediyorlar, bir yandan da yaşadıkları çevrenin egemen diniyle sürtüşmemeye çaba gösteriyorlar. Bunun kendilerine göre “etik” bir yolunu da bulmuşlar: “Bilim ayrıdır, din ve inanç ayrı.” Oysa “inanmak ve inanç” sözcüklerinin egemen olduğu bir kültürde bilim ve bilginin her zaman bu çifte standardın gölgesinde kalacağını bilmezden geliyorlar. Ama ne gam; “bilimsel” kurumların birçoğunun bütçesini, Kilise’yi destekleyen holdingler, hatta bazen bizzat dini vakıflar sağlıyor. Çoğu üniversitede kürsü başkanları arasında en az bir musevi var. Bilimin “beşiği” olduğu varsayılan ABD’de halkın ezici bir çoğunluğu İncil’e bütün kalbiyle inanıyor. Ortalığı bulandırmanın anlamı var mı şimdi?

“Gözcüler” sorunu, Antik Çağ tarihi ve modern arkeolojiye ilişkin en kilit noktalardan biri. Bir biçimiyle, felsefe ve ilahiyat akademisyenlerini, hatta dil bilimcileri de bu tartışma çemberi içinde düşünebiliriz. Şimdi, bu uzun girizgahtan sonra meseleyi olabildiğince yalın biçimde ortaya koyalım…

Eski Mısır’ın “Neter”leri

Bütün Antik Çağ metinlerinde, kendi tarihlerini derleyen toplumlardan kalmış belgeler, geriye doğru giden kronolojilerinin sıfır noktasına, net olarak çözümlenemeyen bir tür “başlangıç dönemi” yerleştiriyorlar. Bu, onların tarihlerinde, “yönetimin tanrılardan insanlara geçmekte olduğu” bir ara dönemi belgeliyor. Belirsiz bir başlangıç döneminden beri bizzat “tanrılar” tarafından yönetildiğini söyledikleri ülkelerinin, bu ara dönemde “Gözcüler” adı verilen üstün yaratıklarca yönetildiğini ve sonuçta krallığın insanlığa devredildiğini anlatıyorlar. Eski Mısır’da bunların adı, “Neter”ler. Son olarak Osiris’in oğlu Horus tarafından yönetilen ülke, belli bir dönem sonrasında, bir “Kral yaratma” (Kingmaker) töreninden sonra insanlara bırakılıyor ve Neterler geri plana çekiliyorlar – sonra da, izleri siliniyor. Bu ilk “insan kral”, bugün arkeolojinin değişmez bir gerçek biçiminde kabul ettiği, Firavun Menes. Bildiğimiz, yazılı tarihe göre İ.Ö 3100 dolaylarında Yukarı ve Aşağı Mısır’ı bir tek ülke halinde birleştiren Menes, Mısır tarihinde “Hanedanlar Dönemi” denen bir evrenin de başlatıcısı.








  Mısır kronolojisi üzerine bildiklerimiz, iki ana belgeye dayanıyor: Bunlar Mısırlı tarihçi Manetho’nun yazdığı krallar listesi ve bugün “Torino Papirüsü” olarak bilinen bir yazıt. Her iki belge de birbiriyle uyumlu. Bu sayede arkeologlar ve ejiptologlar, Mısır’ın kronolojik gelişimini formüle edebiliyorlar. Buna göre, Firavun Menes’le başlayan Hanedanlar Dönemi, alt evrelere ayrılıyor: Eski Krallık, 1. Ara Dönem, Orta Krallık, 2. Ara Dönem (Hiksoslar Devri) ve Yeni Krallık. Bugün okutulan tarih kitaplarında da bu kronolojik düzen aynen böyle. süreç içindeki arkeolojik bulguların Manetho’yu ve Torino Papirüsü’nü doğrulaması sayesinde, Yeni Krallık ve sonrası, neredeyse bütünüyle tarihlenebilmiş durumda. Eski Krallık’ta, en fazla 150 yıl yanılma payıyla arkeologlar hanedan listesini ve Kralları sıralayabiliyorlar. Yani bu iki belge, doğruluğu desteklenmiş veriler içeriyor. Bütün sorun da aslında burada: Çünkü Manetho’nun listesi ve Torino Papirüsü, yalnızca hanedanlar dönemi Mısır’ını değil, ondan çok daha öncesini de kronolojik sıra içinde sunuyor. Yalnız burada yöneticiler insanlar değil, Neterler. Normal insanlara göre çok daha uzun yaşayan, ülkeyi binlerce yıl yöneten, esrarengiz varlıklar. Ejiptoloji ve modern arkeoloji bunun üzerine ne yapıyor? “Alt paragraflarını” tartışmasız biçimde kabul ettiği ve bulgularla doğrulanan bir tarihi yazıtın “üst paragraflarını” ya yok sayıyor, ya da “Bunlar mitoloji” deyip işin içinden çıkıyor. Neden? Çünkü hayranlıkla benimsediği alt paragraflarda “normal insan”lar krallık yapıyor; üstteyse, kim oldukları anlaşılamayan üstün yaratıklar. Böylece bilimsel ortodoksi, aynı belge üzerinde işine gelen bölümü “olgu” diye benimseyip dosyalarken, işine gelmeyen, çünkü anlayamadığı, işin gerçeği “dini inanışlarına aykırı düşen” bölümleri “mitolojik” bulup ayıklıyor!
                             
                                          




Mezopotamya’da aynı şeyle karşılaşıyoruz: Layard ve Wooley’nin yaptığı araştırmalarda, son derece değerli ve ilgi çekici kil tabletler ele geçiyor. Bunlar, Sümer Kral Listeleri olarak adlandırılıyor. Aynı Mısır’da olduğu gibi, listenin en üst sırasında, yani “normal krallar”dan önce, her biri neredeyse 10.000 yıl, 15.000 yıl yaşayan yöneticiler var. Bunlar, “Tufan’dan önce” uzun süre ülkeyi yönetmişler, sonra insanlara devretmişler. Babil metinleri bu olayı “Krallık gökten indiğinde” gibi bir deyişle açıklıyor. Bütün Mezopotamya’da aynı kült var aşağı yukarı. Bulunan belgeler, “en eski metin” olduğuna inanılan Tevrat’ın, Tufan başta olmak üzere bir sürü temayı Sümer ve Babil anlatılarından ödünç aldığını ortaya koyarak Kilise’de ve dini çevrelerde buz gibi rüzgarlar esmesine neden oluyor. Üstelik, Tufan öncesi ülkeyi yöneten “tanrılar”dan söz ediliyor, tek bir tanrıdan değil!

Bu durumda ortodoks arkeoloji ne yapıyor? Mısır’da yaptığının aynısını. Yani Sümer Krallar Listesi’nin “normal insan ömrüne sahip” kralları doğru kabul ediliyor ve belgenin bu bölümü “somut bulgu” sınıfına sokuluyor ama Tufan öncesi ülkeyi yönettiği anlatılan, 200.000 yıl hüküm sürmüş “tanrılar” ve onların sonrasında, “ara dönem”de insanlara yönetimin geçişini üstlenen ve denetleyen “Gözcü”ler, “mantıksız” bulunarak “mitoloji” sınıfına sokuluyor yine. Aynı belgenin alt kısmı doğru, üst kısmı “masal”!

                                 
 
                                




Enoch’un şaşırtıcı hikayesi

Benzeri durum, Tevrat’la ilgili incelemelerde de söz konusu. Mezopotamya bulgularından sonra, çok daha eski metinlerden esinlendiği belli olan Tevrat, bütün o eski metinlerdeki “Tanrılar” sözcüğünü tek bir “Tanrı” olarak düzeltmiş. Bu arada, Tanrı’ya verilen sıfat ve onun genel adı, “Efendi” ya da “Sahip” anlamına gelen “Lord” sözcüğünde somutlanıyor. Yahudi toplumunun mesken tuttuğu bölgenin eski mitleri, büyük tanrı Baal’den söz ediyor. “Baal”in sözlük anlamı da “Efendi” ve “Sahip”. Aynı sıfatların, daha sonraki yıllarda bütün Batı toplumlarında yöneticiler için kullanılması ilginç. Ama daha ilginç olan, bütün o eski anlatıları ayıklayarak “Tanrılar” sözcüğünü “Tanrı” olarak tashih eden Tevrat’ın, birkaç yerde bunu unutması. “Elohim” sözcüğü, Tevrat’ta birkaç kez geçiyor. İbranicedeki anlamı, “ilahlar”; yani, “çoğul” bir sözcük. İlahiyatçılar bunun tartışma konusu yapılmasına bile karşı çıkıyorlar – arkeologlarsa, sessiz. Ama bundan daha kafa karıştırıcı olanı var: Yaratılış (Genesis) bölümünün 6. Bab’ında “O günlerde ve sonrasında da, dünyada Nefilimler vardı” diye bir ifadeye rastlıyoruz. Sözü edilen zaman, Tufan’dan öncesi. “Nefilim” sözcüğü, İngilizce’ye “devler” diye çevriliyor. Oysa İbranicedeki fiil yapısına göre tam ifadesi, “yukarıdan aşağıya inmiş olanlar”. Yaratılış’taki hikayede “devler”in hiçbir anlamı yok – daha sonra da Nefilim sözcüğüne rastlanmıyor zaten. Sanki “araya yanlışlıkla girmiş” gibi bir sözcük. Eğreti duran, ne anlatmak istediği belli olmayan bir ifade. Oysa aradan yıllar geçip 1947′de Ölü Deniz yakınındaki bir mağarada orijinal el yazmaları bulunduğunda, “Nefilim”in aslında son derece önemli, neredeyse kilit denebilecek bir kavram olduğu çıkıyor ortaya. Bunun yanı sıra, Tevrat’ın din adamlarınca “edit edildiği” de anlaşılıyor. Çünkü İ.Ö 4. yüzyıldan kalma yazıtlar arasında yer alan ve daha önce Etiyopya’daki Kutsal Kitap’ta rastlanmış olan kopyası “sahte” sanılan “Enoch’un Kitabı”nın orijinal nüshası da bulunuyor Ölü Deniz mağaralarında...

Yaratılış’ta yalnız birkaç satırda adı geçen ve “Tanrı’yla birlikte yürüdüğü” söylenen Enoch’un, aslında son derece ilginç bir hikayesinin olduğunu ve Tevrat’tan çıkarılan bu parçaların “Nefilim” sözcüğüne de açıklık getirdiğini fark ediyoruz. Boşluklar Enoch’un Kitabı’nda yazanlarla doldurulduğunda, Bap 6′nın aynı satırında sözü edilen “..ve Tanrı’nın oğullarını insanın kızlarını gördüler ve onlar güzeldi. Onları kendilerine eş seçip onlardan çocuk sahibi oldular” ifadesi de anlamlı hale geliyor. İlahiyatçıları, dil bilimcileri ve tarihçileri yıllardır uğraştıran “Tanrı’nın oğulları” ile insanın kızları arasındaki ilişki Tevrat’ta yalnızca o cümlede geçiyor ve bir daha sözü edilmiyor. Ama Enoch’un Kitabı’nı okuduğumuzda, bunun müthiş sonuçlar doğuran bir olay olduğu çıkıyor ortaya. Evinden, ailesinden ayrılan ve “Tanrı katında” yaşamını sürdüren Enoch, “Gözcülerden” söz ediyor anlatısında. Bunlar, Tanrı ile insanlar arasındaki ilişkinin bazen “ara halkası” olma görevini üstlenen, insanlara nezaret eden, üstün varlıklar. Ama hepsi, “emir kulu” sonuçta. Enoch’un ayrıntılı olarak anlattığı hikayede, bir gün bunlardan birinin dünya üzerindeki “gözcülük” görevi sırasında “insan kızları”nı arzuladığı ve bu fikrini diğer “gözcü”lere de söylediği belirtiliyor. Bir grup Gözcü (ya da Nefilim – “yukarıdan inen”) aralarında karar alıyor ve yemin ediyorlar: Hepsi insan kızlarıyla sevişip onlardan birer karı alacak ve bu bir sır olarak kalacak. Çünkü öğreniyoruz ki, yapılan aslında “yasak”. Sonuçta bu birleşmeden “melez” çocuklar doğuyor ve genetik sorunlar yüzünden bu çocuklar sağlıksız, vahşi, garip yaratıklar oluyorlar. Diğer yandan, “insan kızlarıyla” birlikte oldukları süre boyunca Nefilimler, onlara bilgi aktarıyor, bir şeyler öğretiyorlar ki, bu da çok büyük bir yasağı çiğnemek anlamına geliyor. Sonuçta Tanrı hem Nefilimleri cezalandırıyor, hem de yarattığı Tufan’la insanları.

Sümer ve Babil metinlerini bulmuş olmamız, Enoch’un kitabının da, Tevrat’ın diğer bölümleri gibi Mezopotamya anlatılarından esinlenilerek, daha doğru bir deyişle bunlar “revize edilerek” yeniden yazıldığını anlıyoruz. Ama bu, bir garip durumu fark etmemize engel değil: Çok eski zamanlarda “Gözcü”ler denen birilerinin dünya üzerinde dolaştığı ve yaptıklarıyla dünyadaki hayatı derinden etkilediğine ilişkin en az on toplumun kültüründen gelen tanıklıklar var elimizde. İşin en kafa bulandırıcı yanı, çok benzeyen anlatılara, Antik Yakın Doğu’yla fiziksel teması hiç bulunmadığı varsayılan eski İnka ve Maya folklorunda da rastlıyoruz! Şimdi, bütün bunlara “Mitoloji işte canım” deyip, elimizin tersiyle bir yana mı itmemiz gerekiyor, “bilimsel tavır” sergilemiş olmamız için. Yoksa eski metinleri farklı bir bakışla bir daha inceleyip, “Kim bu Gözcüler?” diye sormak mı daha mantıklı bir davranış.





30 Ekim 2011 Pazar

Facebook'da tehlikeli bir açık keşfedildi!



Facebook






Facebook'da keşfedilen bu açık küçük gibi görünse de, hacker'ları bayram ettirebilir!
    


    Facebook'un güvenlik yapısı hakkında detaylı bilgileri verirken ne yazık ki bazı olumsuz haberlere de rastlıyoruz. Bu haberlerin sonuncusu da Facebook içerisinde bulunan bir açıkla alakalı. Bu açık sayesinde kurbanın arkadaşlarına zararlı yazılım göndermesine neden olabilecek girişimler olabiliyor.

Açık ise şu şekilde oluşuyor: Normal şartlarda mesaj göndermek istediğiniz kişiye .exe uzantılı bir dosya göndermek istediğinizde sistem hata verir ve bu mesajı gönderemezsiniz. Ancak bu mesajın içeriğinde küçük bir değişiklik yaparak (POST isteğinde yapılacak küçük bir değişiklikle) bu dosya üzerinde uygulanan kontrolün "by-pass" edilebilineceğini bildirildi. Facebook'da mesaj gönderebilmek için her hangi bir kimseyle arkadaş olmanız şart değil. Bu sayede saldırgan,sosyal mühendislik tekniklerinin yardımıyla kullanıcıyı kandırarak ek dosyayı çalıştırmaya ikna edebiliyor. 

CDW isimli güvenlik danışmanı bir şirkette çalışan Nathan Power tarafından bulunan açık, anında Facebook'a aktarıldı. Power blog'unda detayları yazarken bu bildirimin hemen yapılamadığını ancak yetkililere ulaştığını, yetkililerin de konu üzerinde çalıştığını söyledi.


Yaşam burada başladı!



Yaşam burada başladı







"Bilimadamları, günümüzden tam 3.8 milyar yıl önce, şu anda Dünya'nın en ıssız 
yerlerinden biri olan bu bölgede gerçekleşen..."




Bilim adamları, dünyanın en ıssız yerlerinden biri olan Grönland'da bundan tam 3.8 milyar yıl önce yaşamı ateşleyen kıvılcımın çıktığını düşünüyorlar.

Grönland'ın güneybatısındaki Isua'da volkanları inceleyen araştırmacılar, bu volkanların 3.8 milyar yıl önce patlayarak kimi elementlerin etkileşime geçerek biomolekülleri oluşturmalarına ve yaşamın ilk adımlarının atılmasına sebep olduklarına inanıyorlar.

Daha önceden, ilk canlıların gayzer olarak da bilinen su altı volkanlarından evrildiği düşünülüyordu. Ancak bilim adamları bu gayzerlerin ortamlarının yaşam için çok asitli olduğunu iddia ediyor ve alternatif çözümler arıyorlardı.

Fransa, Lyon'daki Jeoloji Laboratuvarı araştırmacılarından oluşan ekip dünyadaki en eski kayalardan alınan mineral örneklerini inceleyerek yaşamın anahtarına dair sonuçlara ulaştılar. Araştırmacılar, Grönland'daki volkanik koşulların karbonatlar açısından zengin ve fazla asitli olmadığını, sıcaklığınsa 100 ile 300 derece arasında olduğunu söylüyorlar.

Tüm bunların bir araya geldiği zaman protein moleküllerinin tek hücreli organizmalara evrilebilmeleri açısından ideal koşullar olduğunu gösterir çalışma da Ulusal Bilim Akademisi Araştırmaları arasında yayınlandı.

Araştırma ekibinin lideri Marie-Laure Pons "Isua'daki balçık volkanları ilkel yaşamın başlangıcı için ideal şartları barındırıyor" diyor, ancak bu araştırmadan ortaya çıkan sonuçlar, insanoğlunun bundan 200 bin yıl önce Afrika'da Neandartallardan evrildiği yönündeki görüşü de değiştirmiyor.

Oxford Brookes Üniversitesi'nden biyolojist Dr. Simon Underdown da araştırmadan çıkan sonuçları şu sözlerle karşılıyor: "Bundan dört milyar yıl öncesindeki hayatın temelleriyle ilgili çok az bilgimiz var ve eğer bu araştırmanın sonuçları doğruysa yani yaşam çok az suyun bulunduğu bir ortamda başladıysa, bu, diğer gezegenlerdeki yaşamı inceleme açısından da çok ilginç olacak."



   


"Kaynak: http://www.haberevet.com"

Dinazorlar da kuşlar gibi göçüyormuş!

Dinozor


"Dinazorların da kuşlar ve hayvanlar gibi gibi göç ettiği ortaya çıktı."



 ABD'de Colorado Üniversitesi'nden bilim insanlarının araştırmalarında ilk kez dinozorların kuşlar gibi göç ettiği ortaya çıkarıldı. 


Camarasaurus dinozorlarının yazın sulu yerlerde yaşadığını belirten uzmanlar kurak mevsimlerde su bulmak için göç ettiklerini belirledi. 

Dinozorların dişlerini inceleyerek bu tespiti yaptıklarını söyleyen bilim insanları dişlerdeki oksijenin incelenmesi sonucu bir veriye ulaştıklarını kaydetti. Dişlerdeki radyoaktif izotopların incelenmesi sonucunda ilk kez böyle bir veriye ulaştıklarını söyleyen bilim insanları dinozorların da göç eden diğer hayvanlara benzer bir yol izlediklerini belirtti. 



"Kaynak: http://haber.ekolay.net"

Facebook'a Chrome dokunuşu!

Facebook



"Facebook'un yeni özelliklerini sevemediyseniz, bu Chrome eklentileri ile kontrolü ele alabilirsiniz!"


  Facebook kullanıcılarına daha iyi bir şekilde hizmet verebilmek için kendisini sürekli yeniliyor. Fakat özellikle alışkanlıklarına bağlı kullanıcılar için tüm bu değişiklikler her zamanlı olumlu tepkiler almayabiliyor. Neyse ki farklı tarayıcı eklentileri Facebook'u Facebook'un değil, sizin istediğiniz gibi kullanmanıza yardımcı olabiliyor. İşte bunlardan bazıları...

Facebook
Facebook'un sağ tarafındaki kayan haber bölümünü bu eklenti yardımı ile tamamen ortadan kaldırabilirsiniz. Tekrar görmek isterseniz tek yapmanız gereken bu eklentiyi kapatmak veya kaldırmak. Bu eklenti ayrıca sitenin üst bölümündeki menüyü de eski haline döndürüyor.

FB Photo Zoom
Facebook'un sürekli değişip duran fotoğraf görüntüleme yapısını sevmiyorsanız bu eklenti sayesinde farenizi sitedeki küçük bir resmin üzerine getirerek büyük halini kolaylıkla görebilirsiniz.

Sidebar Disabler
Sağ bölümdeki kayan haberleri kaldırarak bu alanı tamamen sohbete ayırıyor ve böylece arkadaşlarınızla konuşmak için bu alanı daha verimli kullanabiliyorsunuz.

Facebook Classic
Facebook'ta arkadaşlarınıza dair haberleri nasıl görmek istediğinizi düzenleyebileceğiniz bir eklenti. Ayrıca sağ bölümde yer alan kayan haber bölümünü de açıp kapatmak artık sizin elinizde.


"Kaynak: http://www.kirpihaber.com"

29 Ekim 2011 Cumartesi

"Kuantum Yükselme" süper yükselme ve havada kalma!

Kuantum              
                 "Kuantum Yükselme"
 
   Tel-Aviv Universitesi'nden Profesör Guy DEUTSCHER başkanlığında yapılan "Kuantum Yükselme ve havada kalma" araştırması ile daha önce görülmemiş bir şekilde süper iletken kalınarak cismin nasıl havada kalacağı gösteriliyor. Bu süper iletkenlik ise kristal formunda bulunan alüminyum oksitle sağlanıyor. Bu bize çok basit bir şekilde bir şeyi ispat ediyor "biz de UFO yapabiliriz"...           
                                                    





Kuantum fiziği nedir
Kuantum kelimesi Almancadır ve “miktar” anlamına gelir. Max Planck tarafından enerjinin bölünmez en küçük parçası olarak tanımlamıştır. Kuantum Fiziği ise “doğanın en küçük parçaları” yani küçük dünya diye adlandırılan “mikrocosm” ile ilgilenen bir kuramdır. Konu olarak atomlar, atom çekirdekleri, bu çekirdeklerin yapıları ve onları oluşturan parçacıklar ile bu parçacıklar arası etkileşimleri inceler.

Klasik fizik ile kuantum fiziği arasındaki fark nedir?
- Klasik fizikte uzay ve zaman süreklidir. Kuantum Fiziğinde süreksiz ve kesiklidir. Bu bakımdan Klasik fizikte nesnelerin özellikleri sürekli birer değişkendir. Oysa ki Kuantum Fiziğinde tüm bu değişkenler süreksiz olup ani sıçrayışlarla bir durumdan diğerine geçiş olur.
- Klasik fizikte determinizm yani “belirlilik” vardır. Oysa ki Kuantum fiziğinde olaylar determinist olarak gelişmezler. Daima belli bir olasılık yüzdesi bulunur.
- Klasik fizikte bulunan determinizm nesnellikle el ele gider. Yani, nesnelerin birbirlerinden bağımsız oldukları ve her bir nesnenin çevresinden yalıtılarak incelenebileceği inancı ve görüşü vardır. Oysa ki Kuantum Fiziğinde nesneler birer enerji dalgası olarak görüldüğünden klasik anlamda “nesnellik” kaybolmaktadır. Yerine bütünsel bir etkileşim ve evrende sıçramalarla değişim kavramları ileri sürülmektedir.
- Kuantum Kuramı gözlenen ile gözleyeni ayrı saymaz. Yani, biri diğerini etkileyip değiştirebilir. Bu bakımdan bağımsız nesne kavramı yok olduğu gibi etki edip dönüştürme yeteneğinin sadece canlılara ait olmadığı da söylenebilir.

Kuantum Fiziği’nin İnsan Hayatındaki Etkileri
Bilim dünyasını doğduğu günden bugüne heyecanlandıran ve üzerinde daha fazla araştırma yapmaya yönelten Kuantum Fiziği’nin Klasik Fizik’ten birçok sebepten dolayı ayrılması,onun sınırlarının ve yapısının çok farklı oluşu ve hayatımıza girme çabalarını sindirmek yada onu alıştığımız bakış açısından farklı bir bakış açısıyla bakmamız gerekliliği çabuk gerçekleşmesini bekleyebileceğimiz bir durum değildir. Ama Kuantum’dan yola çıkılarak yapılan çalışmalar; "Kuantum Düşünce Yöntemleri", "Kuantum Tedavi Yöntemleri", "Kuantum Fiziği" temel alınarak yapılmış bilgisayarlar daha şimdiden hayatımızda önemli değişiklikler yapacak gibi görünüyor.


Spermden Bebeğe-Sperm to baby...



Spermden Bebeğe

  "Sperm to baby - Spermden Bebeğe"



      

Sümer Uygarlığı!


Sümerler


    Sümer Uygarlığı bugünkü Irak’ın Mezopotamya bölgesinde günümüzden yaklaşık 4500 yıl önce (M.Ö 3500-M.Ö 2000) yaşamış Mayalar, İnkalar, Aztekler, Mısırlılar gibi üstün zekâsı kanıtlanmış uygarlıklar arasında sayılan önemli bir kültürdür.



  Azeri kökenli arkeolog Zecharia Sitchin Sümerliler üzerinde yaptığı araştırmayı “Genesis Revisited” adlı kitabında değinmiş. Bıraktıkları tabletlerden, yaşadıkları ortamlara kadar her durumu inceleyen Sitchin, Sümer Uygarlığı ile ilgili ilginç iddialarından da bahsediyor. Efsane olarak sayılan olguların bir kısmına da inandığını belirtiyor. Çünkü ona göre şu anki teknolojinin kazandırdığı edinimler, uygarlığın tabletlerinde de yer alıyor fakat bunlar tabletlerde Sümerlilerin inanç olgularından doğan efsanelerin bir sonucu olarak gösterilse de kanıtlanmış.




SÜMERLER

Sitchin her şeyden önce sümer matematiğini anlatmaya çalışıyor. Buna göre altmışlık denen bir sistem var. Dünyasal bir 10 ile "göksel" bir 6'yı temel rakam 60'ı elde etmek için birleştiriyorlar. Anlattığına göre bu sistem bazı yönleriyle bizim şimdi kullandığımız sistemden üstün ama en önemlisi yüzyıllarca matematiği yönlendiren yunan ve roma sistemlerinden kesinlikle üstün. Sümerler kendi sistemleriyle kesirleri bölüyor, milyonları çarpıyor, kök hesabı yapıyor ve sayıların üssünü alıyorlardı. m.ö. 4000 yılında! "hane" kavramı çıkıyor, tıpkı onluk sistemdeki gibi 2_20_200 gibi olabiliyordu. Haneleri 2 veya 120 (2*60) oluyordu ama:) 360 derecelik daire, düzine kavramı falan hala kullanılıyor.

En çok kullandıkları enerji kaynağı "naptha, napatu - yanan taşlar/petrol'dü. Tıpta gelişmişlerdi, onlara göre tıp 3'e ayrılıyordu: bultitu (terapi), şipir bel imti (cerrahi), utri maşmaşşe (efsunlar). En eski kanunları başarılı ya da başarısız doktorların ceza ve ödülleriyle ilgiliydi. Mezopotamya mezarlarındaki iskeletler beyin ameliyatı yaptıklarını kanıtlıyor. En eski mühürlerdeki yılan figürü hala tıp sembolü olarak kullanılıyor. Tekstil, yiyecek, tarım, taşımacılık, mimari gibi alanlarda çok üstün olduklarını anlatıyor.

                                  

                                        




      Bazı önemli bulgular, Sümerlerin akıllı uygarlıklar tarafından ziyaret edilmiş olmaları  ki (annunakiler-gökten yere inenler) bu durumun bahsedilişini yaradılış efsanelerinden öğrenebiliyoruz,geleceği bilmeleri ve insanlığın diğer güneş sistemi gezegenlerine kartallar gibi inmeleri(Ay’ a ayak basmamız) ve astronomik keşiflerde bulunmaları. Sümerlilerin bu çalışmaları günümüzde 60’lı yıllarda aya inilmesi ve 70 ve 80’li yıllarda Mars yüzeyindeki araştırmalarla açıklanabildi. Sümerliler astronomik çalışmalarında gezegenlere şekillerine göre isim verdiler. Uranüs gezegenini çok parlak ve çok yeşil olarak tanımladılar. Bu özellik bilim adamlarınca 1930 yıllardaki ilk keşfinin ardından kanıtlandı. Uygarlık ayrıca Uranüs’ün neden eğik bir yapısının olduğunu da açıklamış. Neptün’ün maviliğinden bahsetmiş olmalarına rağmen günümüz teknolojisiyle mavi gezegen Neptün 1977’de keşfedilebildi. Tabletlerdeki önemli veriler dönemimizdeki uzay araçlarıyla kanıtlandı. Bu ve bunun gibi görmeden veya herhangi bir araçla inceleme yapmadan bilinemeyecek olgulara sahip olabilmeleri; araştırmacıların sürekli “yabancı uygarlıkların etkisinde mi kaldılar yoksa yalnız mıydılar?”,”sayılarının yok oluşu ve geride kalan tabletler dışında önemli kalıntıların kalmayışı kendi tanrılarının bir emri miydi?” gibi soruların üzerinde durmalarına sebep olmuştur.

   Mars’taki araştırmalarda da geçmiş uygarlıkların teknolojik açıdan ileride olduklarını destekleyen bulgulara rastlanmıştır. Bunlardan en önemlisi ise Mars yüzeyindeki insan yüzleri ve İnka şehirlerini andıran Piramitler. Araştırmalar esnasında UFO görüldüğü iddiaları ve hareket eden kartal şeklindeki gölge. Gene efsanevi Maya uygarlığında bahsedildiği üzere Sümerlilerin de ikinci çarpışmanın bir krokisini çizmesi, 12 gezegenden bahsetmesi, Dünya’nın 7. Marduk’un ise 10. gezegen olması ve Plüton’u önceden keşfetmeleri…
Ve akıllara gelen soru şu: sizce bütün bunların hepsi bir tesadüf mü?


SÜMERLERİN SIRLARININ PEŞİNDELER


Sümeroloji'nin Sırrı


Neden Sümerler? 
Neden Urartular, Persler, Romalılar değildi de. Sümerler! Nedeni şudur. 
Sümerlere kadar bilinen tüm insanlık tarihi şunu söyler, insanlar avcı toplayıcı ilkel yaşamın en alt seviyesinde bir yaşam kültürüne sahipken birden bir şey olur. Bir medeniyet mantar biter gibi biter. Sümer Medeniyeti…
Birden biter dedik çünkü hiçbir alt yapısı daha ispat edilmemiş bir medeniyettir. Bir anda sanki gökten inmiş gibi çağının en üst teknolojisine ve bilgisine sahip benzeri olmayan bir medeniyettir bu. Kısaca astronomi, tıp, araç gereç, mekanik bilgisi, sosyal kentleşme kültürü, alt yapısı bugünkü şehircilik anlayışına birebir uyan şehirleri, caddeleri, kanalizasyonları, ev yapıları, düzenli ordusu, adalet mekanizması, mahkemeleri ve daha birçok yaşam standardı… Şimdi yapılan kazılardaki tabletlerin deşifresindeki kamuoyuyla paylaşılan bazı bilgilere göz atalım.

  Sosyetenin varlığı, sabah kahvaltı, öğlen yemeği alışkanlığı ve akşam mönüleri… Som balığı, et şarap, eğlenceye gitmek… Müzik notalarının tümünün ilk defa kullanılması, burç sembolleri de bu medeniyetin ürünü. Sümerceden bir kelime (Adem) çamur demek. 
Bunun gibi birçok kelime eski ve yeni dillere evrim geçirerek girmiştir. 
Şimdi buraya kadar şöyle sorunla biline bilinir. Ne olmuş yani? Olan şu bu medeniyeti birden bire meydana getiren unsur (BUĞDAYDIR) Bildiğimiz buğday. Çünkü bu medeniyete kadar insanlık, avcı toplayıcıdır.

    Oysa bu medeniyet, tarımı ilk uygulayan tarım medeniyetidir. Araştırılan konu, Sümerler bu üst seviyedeki bilgilere nasıl bir anda sahip olup ulaşıp insanlık devrimini sağlamışlardır. 

Facebook'ta hesabınız varsa lütfen dikkat!

Facebook



"Sosyal paylaşım sitesi olan Facebook'ta yeni arkadaşlar eklerken düşünün çünkü..." 

   
     Bir çoğumuz Facebook üzerinden hiç tanımadığımız birinin arkadaşlık isteğiyle karşılaşmışızdır. Ancak uzmanlar uyarıyor: Bu meçhul teklifin ardında kötü amaçlı bir yazılım olabilir.

Kanada'nın Vancouver kentinde bulunan British Columbia Üniversitesi uzmanları bir dizi sahte Facebook arkadaşı oluşturdu. Yapay zekaya sahip bu yazılımların hedefi, mümkün olduğunca fazla arkadaş edinip, bunlar hakkında mümkün olduğunca fazla bilgi toplamak.


Uzmanların, Facebook ortamına gerçek birer bireymiş gibi ekledikleri bu 102 sahte arkadaş, birçok kişinin arkadaş listesine yeni birini eklerken pek de fazla düşünmediklerini bir kez daha ortaya koydu.

Birkaç hafta içinde bu yazılımlar Facebook'ta 3 binden fazla kişiyle arkadaş oldu. Üstelik 46 binden fazla elektronik posta adresi ve 14 bin 500'den fazla da ev adresi bilgisi topladı.

Sahte arkadaş yazılımlarının topladığı bu bilgilerle, bu kişilere ait banka ve kredi kartı bilgileri gibi kişisel başka birçok veriye ulaşmanın da önü açılıyor. Yazılımlar bir kez biriyle arkadaş olmayı başardı mı, sadece birkaç gün içinde o kişinin diğer birçok arkadaşının da listesine kolayca kabul ediliyor.

Uzmanlar yazılımların gönderilen arkadaşlık başvurularından yüzde 60'ına olumlu yanıt aldıklarına dikkat çekiyor. İşin korkutucu yanıysa, bu tip sahte arkadaş yazılımlarının tespit edilmesinin oldukça güç oluşu.

Projenin araştırmacılarından Yazan Boshmaf, çok kısa bir süre içinde bu kadar çok bilgi toplayabileceklerini hiç tahmin etmediklerini kaydetti.

    Sahte arkadaş yazılımlarının birçoğunun Facebook tarafından fark edilip silindiğini belirten Boshmaf, ancak Facebook'un güvenlik mekanizmasının daha güçlü yazılımlara karşı savunmasız kalabileceğine dikkat çekti. Kişisel bilgileri adeta gümüş tepsi içinde sunan bir başka uygulamaysa, gittikçe daha popüler bir hale gelen sosyal medya arama motorları. Bu arama motorları bir e-mail adresine bağlı tüm sosyal platformları anında listeliyor. Genellikle firmalara bu arama motorlarını hangi sosyal platforma reklam vermelerinin daha uygun olduğunu saptamak için kullanıyor. Ancak birçok kişinin sosyal platformlar üzerinden paylaştıkları kişisel bilgiler hakkında çok fazla kafa yormadıkları düşünüldüğünde, bu arama motorlarının da kişisel veri toplamak için rahatlıkla kullanılabileceğini göz ardı etmemek gerekiyor.


28 Ekim 2011 Cuma

Birmanya pitonu sağlıklı kalbin 'anahtarı'!

Birmanya pitonu

  "Dünyanın en büyük yılanlarından Birmanya pitonu kalp hastalıklarının yeni tedavi yöntemlerinin "sırrını" bünyesinde barındırıyor olabilir. "

ABD'nin Colorado Üniversitesi'nden bilimadamlarının yaptığı araştırma, geyik ya da timsahı yutabilecek güçteki bu yılanın salgıladığı yağ asitlerinin “kalpte mucizeler yaratabileceğini” gösterdi. Bilimadamları, avını yuttuktan bir gün sonra bu yılanların kanında, bitkisel ve hayvansal yağların ana bileşeni olan trigliserit maddesinin miktarının 4 kat fazla olduğunu belirledi.

Bu yağların büyük oranda yükselmesine rağmen, yılanların kalbinde yağ depolarına rastlamayan bilimadamları, ayrıca, bu hayvanların kanında kalp kasını koruduğu bilinen, “süperoksit dismutaz” adlı enzimin de arttığını gördü. Bilimadamları, sindirim halinde, pitonların kan plazmasının (kanın sıvı kısmı) kimyasal yapısını belirledikten sonra, mideleri boşken benzer bir sıvıyı hayvanlara enjekte etti. Bu sıvının verilmesinden sonra yılanların kalp sağlığının gözle görülür şekilde iyileştiği vurgulandı.

Araştırmaya imza atanlardan Cecilia Riquelme, bazı yağ asitlerinin karışımının canlıların kalbine olumlu etkileri olabileceğinin belirlendiğini belirterek, bu sürecin arkasında yatan moleküler mekanizmayı anlamaya çalıştıklarını ifade etti.

Riquelme, araştırma sonuçlarının ileride insanlarda kalp-damar hastalıklarına yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine ışık tutmasını umduklarını belirtti. Daha önce yapılan araştırmalar Birmanya pitonlarının avı yuttuktan 24-72 saat sonra kalplerinin yüzde 40 büyüdüğünü ve metabolizmalarının 4 kat hızlandığını göstermişti. Araştırma, Amerikan “Science” dergisinde yayımlandı.



Microsoft'tan bir inanılmaz; "geleceğin videosu"!

Microsoft


"Microsoft, gelecekte dokunmatiğin ve fazlasının her tarafı sardığı videosunu ortaya çıkardı! İzleyin."

Microsoft'un meydana getirdiği yeni bir video, gelecekte teknolojinin hayatımızda nasıl bir hale geleceği konusunda fikir veriyor. "Productivity Future Vision 2011" adlı videoda geleceğin heyecan verici bir yer olacağını görebiliyoruz.

Ortaya çıkardığı yeni ve farklı konseptlerle bilinen Microsoft Office Labs tarafından meydana getirilen videoda dokunmatikbilişimin heyecan verici geleceği gözler önüne seriliyor. Videoda şeffaf ceplerden esnek tabletlere, birbiriyle iletişim ve etkileşim kurabilen cihazlardan etkileşimli noktalara birçok gelecek öğesini bir arada görebiliyoruz. Teknolojinin işimizi çok daha kolay bir hale nasıl getirebileceğini video sayesinde hayal etmemiz mümkün.

İşte Microsoft'un meydana getirdiği gelecekte karşılaşacağımız teknolojileri gözler önüne seren video. İzleyin!





Hissedebilen robotlar yolda!

Robot

"Dokunmaya duyarlı olacaklar!"

Dokunmayı gerçekten hissedebilen robotlar ve fazlası bu çalışmalar sonunda gerçeğe dönüşebilir!

1984 yılında ilk kez seyircilerle buluşan ve bir robotun gelecekte tıpkı insan gibi olabileceğinin en azından hayalini kurduran Terminator filmi, her geçen gün biraz daha gerçeğe yaklaşıyor.

Robotlar üzerinde çalışmalarına aralıksız devam eden bilim insanları, bu kez robotların dokunmaya duyarlı olması için yoğun uğraş veriyor. Bunun anlamı ise şu: Dokunmaya karşı duyarlı olan robotlar sayesinde engellilere takılacak yapay kol veya bacağın engelliye tekrar hissedebilme şansı verecek.

Plastik deriye nüfuz ettirilen tüpler, eğilip bükülebiliyor ve kullanıcıya herhangi bir materyal üzerinde kuvvet uygulayabilme şansı veriyor.

Deriyi çekip ittikçe sensörler kendi elektiriğini üretiyor ve şarj seviyesindeki değişim hissetmek ve cildin dokunuşunun derecesini kullanıcıya yansıtıyor.


Apple'dan korkutan patent!

Apple

    Apple'ın aldığı bu cep patenti, Google'ı, Samsung'u 


      ve diğerlerini çok ama çok kızdıracak."




    Apple, ortalığı karıştıracak bu patenti aldı!

  
        Apple, akıllı cebinizin ekranında kilit açmak için kullandığınız parmak hareketinin patentini aldı. Apple'ın bu patenti ele geçirmesi, Google, Samsung, HTC gibi Android üreticilerini ayaklandıracak gibi görünüyor.

İşte patent'ten bazı alıntılar: "Dokunmaya duyarlı bir ekrana sahip cihazın kilidi, dokunmatik ekran üzerinde gerçekleştirilecek hareketlerle açılabilir."

"Cihaz, kilidi açmaya yönelik bir veya birden fazla görsel görüntüler. Önceden belirlenen hareketin yapılması, görselin belirli bir konuma taşınması veya belirli bir yol üzerinde taşınmasını içerebilir. Cihaz, önceden belirlenen hareket için hatırlatma amaçlı ipuçları da gösterebilir."

Bu tanım, dünyadaki tüm Android cep ve tabletlere uyar mı bilemiyoruz ama çoğu cepteki kilit açma ekranını andırdığı kesin. Bakalım bu patent, patent savaşlarını nasıl bir boyuta taşıyacak.

İnternet bankacılığı kullananlar dikkat!

Zeus cinliği



"Dünyanın en tehlikeli virüsü olan 'Zeus'lu elektronik postalarla banka hesaplarını ele geçiren çete, yaklaşık 2 milyon lira çaldı. "



Sabıkalı hacker Nejat K.’nın Rus hacker’ler tarafından geliştirilen bilgisayar dünyasındaki en etkili virüs olarak tanımlanan ‘Zeus’u kullanarak 14 kişilik ekibiyle birlikte 63 kişinin hesabındaki 1.9 milyon lirayı kendi hesabına aktardığı ortaya çıktı.



İnternet bankacılığını kullananları hedef alan çetenin, kurbanlarının hesaplarını ‘Dolandırıcılara dikkat’ yazan bir uyarı postasıyla ele geçirdiği anlaşıldı. Nejat K.’yla birlikte 15 kişi gözaltında.

İstanbul Bilişim Suçları Şube Müdürlüğü ekipleri, Hollanda, Rusya ve Türkiye’de organize interaktif vurgun yapan hacker çetesini takibe aldı.

Polisler, çetenin Türkiye ayağının liderliğini yapan Azeri uyruklu Nejat K.’yla birlikte 15 kişiyi eşzamanlı operasyonlarla gözaltına aldı. Nejat K., kullandığı bilgisayarı dördüncü kattaki evinin camından dışarı attı.

Polis parçalanan bilgisayarı inceledi ve çetenin 63 kişinin hesabından 1.9 milyon TL’lik vurgun yaptığını, 35 kişinin hesabından da 700 bin TL transfer yapmaya çalıştığını saptadı.

Zanlıların elinde ayrıca en az 5 milyon TL’lik banka hesap numaralarının bulunduğu tespit edildi.

Dikkat! Virüslü elektronik posta ‘dolandırıcı’ uyarısıyla geliyor

1 -Virüslü elektronik posta gönderiliyor

2- Virüs tarafından kullanıcının online bankacılık işlemi sırasında ‘pop up’ pencere açılıyor. Bu postada “Son zamanlarda yaşanan dolandırıcılık olaylarına karşı cep telefonu numaranızı ve cep telefonu marka ve modelini buraya girerek aktivasyon mesajını bekleyiniz” yazıyor.

3- Virüs şifreleri sunucuya gönderiyor.

4- Casus yazılım cep telefonuna geliyor.

5- Virüsle banka SMS şifresi hacker’a yönlendiriliyor.

6- Bilgiler Türkiye’deki çeteye gönderiliyor.

7- Türkiye’deki çete hedef banka hesaplarını boşaltıyor.