Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

11 Ekim 2012 Perşembe

Haberci Rüyalar







Zaman ve mekanın ötesinden gelen ses…


Beynin, uyku sırasında zaman ve mekânı aşarak birtakım mesajlar alabildiği söyleniyor. Bu da bize rüyalar halinde yansıyor. Aşağıdaki yazıda, haberci rüyalara ilişkin ilginç örnekler okuyacaksınız.


1947’de bir sabah Ray Robinson aniden silkinerek uyandı. O gün Jimmy Doyle ile ağır sıklette bir şampiyonluk maçı yapacaktı. O gece gördüğü rüya açık bir haber niteliğini taşıyordu. Rüyasını şöyle anlatıyordu:






“Doyle ile birlikte ringde bulunuyordum, hedefi bulan bir kaç yumrukla onu sarsmıştım, donuk bakışlarla bir süre sendeledikten sonra yere yığılıverdi. Bense ne yapmam gerektiğini kestiremedim. Şaşkın şaşkın bakıyordum. Hakem 10’a kadar saymak üzere rakibime yaklaşmıştı. Doyle ise hareketsiz yatıyordu. Seyirciler bağırıyorlardı: ‘ Öldü… Öldü… ‘ “


Robinson, gördüğü bu rüya yüzünden dehşete kapılmıştı. Antrenörü George Ginford ve menejeri Lam Atkins ise böyle bir olayın budalalıktan başka bir şey olamayacağını söy­lüyorlardı. Atkins, “Gülünç olma” diyordu. “Rüyalar gerçekleşmez, eğer aksi olsaydı çoktan milyoner olurdun.” Robinson kararından vazgeçecek gibi değildi. Son anda çağırılan bir rahip, nihayet onu ikna ederek ringe çıkmasını sağlamıştı.


Rüya gerçekleşiyor


Aynı gün akşamı, şampiyon ile rakibi 7 raunt boyunca yumruklaştılar. 8. rauntta Robinson rakibinin bir açığını yakaladı: Doyle’u mide­sine ve yüzüne indirdiği iki yumrukla sersem­lettikten sonra, çenesine indirdiği sol kroşe ile yere serdi. Doyle, devrilen bir ağaç benzeri yere yığılırken başını yere vurmuştu. Robin­son ayakta duruyordu ve tıpkı rüyada olduğu gibi ona bakıyordu. Hakem 4’ e kadar saydı­ğında Doyle sanki ulaşılması imkansız bir şeyi aramak için kımıldadı ve tekrar yığıldı. Bok­sör, ertesi gün öğleden sonra ölmüştü.


Mesajı kim veriyor?


Bunun gibi birçok hikâye, geçmiş zamanlar­dan beri halk dilinde yer almaktadır. Buna rağmen uyuyan beynin akıl almaz tiyatro­sunda rüyayı görenin hem seyirci hem oyuncu olması, bütünün sadece tek bir görüntüsüdür. Hafızadan derin etkiler alan rüyalar, hafıza­dan çok daha öte anlamlar taşırlar. Olaylar gerçek dışı mekânlarda oluşmasına rağmen, çoğu zaman geleceğe yönelik bilgiler ortaya koyarlar. Hayal gücüne bağlı rüyalar. uyanık­lık halinde gerçekleşen hayallere nazaran oldukça kontrolsuz ve duygusal tansiyon ile yüklü olduklarından, daha canlı görünürler. Günlük realitelere her ne kadar uymasalar da, garip bir şekilde çoğu zaman gerçeği yansıtmaktadırlar. Öyleyse insanların rüyaları mesai olarak nitelendirmeleri doğaldır. Peki bu mesaj nereden geliyor? Bizden mi? Başka zihinlerden mi? Tanrılardan mı? Ölülerden mi? Her şeyden önemlisi, kaynağı ne olursa olsun, bu mesajları en iyi şekilde nasıl yorumlayabiliriz? Tarih bu konuda örneklerle dolu: Rüyalarında mısra düşüren şairler, konu kuran yazarlar, melodi yakalayan müzisyen­ler, gerçekleri keşfeden bilim adamları, uyanıklık halinde ulaşamadıkları bilgiler elde etmişlerdir. Sonuç olarak, görünürde bilinçsiz hayal gücü ile düşünce sentezi olan rüyalar, çoğu kez orijinal bir hamle oluşturmaktadır.








Tarih boyunca, birçok ünlü devlet adamı, haberci rüyalardan etkilendiler. Hitler, 1. Dünya Savaşı sırasında bir onbaşı iken, rüyasında yaralandığını görmüştü, gerçekten de ertesi gün yaralandı. Arşidük Ferdinand ve Abraham Lincoln, ölümlerinin birer suikastla olacağının rüyasını önceden görmüşlerdir. Jül Sezar’a ise, karısı Calpurnia, öldürüleceğini rüyasında gördüğünü ve senatoya gitmemesini söylemişti.




Arşidük Ferdinand




Abraham Lincoln




Julius Sezar






Roman yazdıran rüya


Yazar Robert Louis Stevenson, edebi birçok eserini uyanıklık hali ile rüya arasındaki aktif ilişkiye borçlu olduğunu söylüyordu: Bir gece önce gördüğü rüyayı ertesi gece kaldığı yerden görmeye devam ederek, konularda bir sürekli­lik oluşturabildiğini, yaşamak için para kazan­ması gerektiğinde istediği gibi hikâyelerin kurgularını rüyalarında görebildiğini belirti­yordu. Doktor Jekyll ve Mr. Hyde’ın Garip Vakası da, gördüğü rüyalardan birinde ortaya çıkmıştır. Yazar bunun üzerine insanı kemiren çift kişilik yapısıyla ilgili o keskin duyguyu açıklamaya çalışan bir tema oluşturmayı uzun süre denediğini yazmıştır. Sanki emir almışçasına özellikle Hyde’ın, takipçileri önünde bir toz yutarak değişime uğradığı sahneyi görün­tüleyen Stevenson’ın bilinçaltı, söz konusu romanı yaratmıştır.





Anlaşılması zor


Yazdığı organik kimya eseriyle ilgili başlık araştıran bir bilim adamı ise. bir gece olağan­üstü bır ilhamla uyanmıştı: “Cevap arayan on iki adet yatak başlığı” Filozof William James de bir gece yataktan fırlayarak hemen yazıya geçirdiği bir dörtlükle nihayet kâinatın sırrını çözdüğüne inanmıştı. Dörtlük, şöyleydi:


“Higamus. Hogame. (Kadınlar monogam­dır). Hogamus. Higami. (Erkekler poligamdır).’


Acaba bu tür rüyalar, rüyayı görenin kendi kendine gönderdiği mesajlar mıdır? Günü­müzde bu teori, kuşkusuz, çoğunluk tarafın­dan geçerli sayılıyor. Nitekim zihnin sınırları dışında bir romanın yazılabilmesi ya da bilim­sel bir sırrın çözülebilmesi anlaşılması zor bir olaydır. Ancak görünürde gelecekle ilgili bilgi­ler söz konusu olduğunda, sorun daha da çık­maza girmektedir. Eğer bu tür rüyalar fiilen gerçekleşirse, rüyayı gören kişinin zihninde dış etkilerin görünmesi mantıklı gelebilir.


Rüyasına gazetede rastlıyor


İngiliz havacılığının öncüsü aeroonetik mühendisi J. W. Dunne kültürlü ve güvenilir bir insandı. Dunne, gelecekle ilgili birçok rüya gördüğünü iddia ediyordu. İngiliz-Boer sava­şında Güney Afrika’da alayı ile birlikte kamp kurduğu sıralarda, sonradan büyük yankı uyandıracak olan kitabında öykülendireceği bir rüya görmüştür. Bu rüyada bir tepe üzerinde bulunurken lav fışkırmak üzere olan bir yanardağa dehşetle bakıyordu. Etrafındaki zeminden sürekli buhar çıkmaktaydı. Daha sonra Dunne, yakınlarda bulunan bir adadaki Fransız yetkililerine, zorda olan 4.000 kişilik bir birliğe yardım için gemiler göndermeleri gerektiğini söyleyerek ümitsizce yakarıyordu. Uyandığı zaman hâlâ yalvarmaya devam etmekteydi. Sonradan kampa gelen İngiliz gazetelerinde, Dunne’nin gördüğü rüyayı andıran bir haber yer alıyordu. Daily Teleg­raph, haberi büyük başlıklarla ” Martinika’da korkunç bir yanardağ patlaması” şeklinde duyuruyordu. Haber küpüründe, Fransız Antil adalarının birinde bir yanardağ patlamasının 40.000 kişinin ölümüne yol açtığı yazmak­taydı; yani Dunne’nin rüyasındaki rakama bir sıfır daha ekleniyordu. Tabii, sağ kalanlar deniz yoluyla kurtarılmıştı.


Rüya, bilinçaltından derin etkiler alır. Ama, çok daha ötelerde anlamlar taşır. Olaylar, çoğu zaman gerçekdışı mekânlarda oluşmasına rağmen, geleceğe yönelik bilgiler ortaya koyarlar. İlginçtir, birçok rüya günlük realitelere uygun değillerdir ama aslında gerçekleri yansıtırlar .


Gazetelerden mi etkileniyor?


Dostları tarafından bilgili, sağduyu sahibi ve zeki biri olarak bilinen Dunne, kitabında buna benzer birçok vaka anlatmaktadır. Yine bir gece rüyasında, Sudan’ın Hartum yakınla­rında bulunmaktadır. Bir ara kendisine doğru gelen bitkin 3 adam görür. Sorduğu sorulara karşılık, kendilerinin yürüyerek kentten geldiklerini, içlerinden birinin yolculuk sırasında humma yüzünden ölüm tehlikesi geçirdiğini söylerler. Ertesi sabah Daily Telegraph’da, Dunne, Kahire’ye yeni gelen bir İngiliz sefiriyle ilgili haberi okur. Yolculuk sırasında ara­larından birinin hummadan öldüğü yazılıdır. Oysa Dunne. olaydan önce söz konusu sefer hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Bir başka zaman ise, İskoçya’nın Forth Bridge yakınlarında bir trenin raylardan çıkıp uçuruma düştüğünü rüyasında görür. Bu sefer “Uçan İskoçyalı” adındaki ünlü trenin, Forth Bridge’ e yaklaşık 20 kilometre mesafede bir yerde uçuruma yuvarlanması olayı, görüntüden birkaç ay sonra gerçekleşmiştir.


Bazı şüpheci kişiler, Dunne’nin gazetedeki haberleri okuyarak, benzer türdeki olayları rüyasında gördüğüne kendisini inandırdığını iddia ettiler. Hatta kendisine, gördüğü rüya­ları Daily Telegraph muhabirlerinden telepati yoluyla alıp almadığını da sordular. Dunne bu iddia üzerinde ciddi bir şekilde düşündü. Ancak, bu varsayımı kabul etse de, gerçekte, geleceği haber eden rüyaların varlığına inanı­yordu. Kendi deyimiyle, bunu ispatlayabilmek için. görülen rüyaları telkinle hatırlamaya çalışıp bir kenara yazmak yeterliydi. Bu teorisini incelemek Üzere daha sonra yapılan deneyler, kesin bir sonuca ulaşamamıştır.




Carl Gustav Jung


Carl Gustav Jung, rüyaların fantastik bir sembolizm dünyası ile yorumlanması gerektiğini söylüyordu.


Bir kâbusu sembolize eden bir illüstrasyon. Kâbuslar, çoğu zaman korkularımızdan doğmaktadırlar (altta).




Kötü haberler daha yoğun


Acaba geleceği haber veren rüyalar niçin sürekli ölüm ve felaket konusundadır? Belki de ürpertici ve olağandışı rüyalar aklımızda daha kalıcı oluyorlar. Örneğin, 17. yüzyılın Fransız tiyatro oyuncusu Champesle, rüyasında, ölmüş olan annesinin, üzerine eğildiğini görür. Bu senaryonun kendi ölümü ile ilgili olduğunu aniden sezinleyen oyuncu, rüyasını arkadaşlarına anlatır ve kendi cenaze merasi­mini hazırlatır. Ayin bitince, kiliseden çıkar ve ölür.


Annelerin, rüya yolu ile, hasta ya da ölmek üzere olan oğullarından algıladıkları çarpıcı mesajlardan söz eden hikâyelerin çokluğu göze çarpmaktadır.



1884 yılında, Kuzey Galler’de Bangorlu Bayan Morris Griffith, Psişik Araştırmalar Derneği’ne rüyalarından birini anlatır. Bu rüyada, 13 yıl önce o zamanlar Güney Afrika’ da bulunan oğlunu ağır hasta olarak görmüş ve heyecanla uyanmıştı. Oğlu rüyasında ken­disini çağırıyordu. Bayan Morris, şöyle anlatıyor: “Ertesi gün boyunca, yoğun bir depresyon yaşadım. Sakat olan kocamı üzmemek için kendisine bu rüyamdan söz etmedim. Garip bir şekilde o da mahzun görünüyordu ve gün boyunca her ikimiz de ağzımıza tek bir lokma almadık.” Sonunda kocam masadan şiddette kal­karak. “Ne pahasına olursa olsun, oğlum eve dönmeli’ dedi.” Ertesi gün karı kocaya oğulla­rından bir mektup gelmişti. Bu mektupta kendisinin şiddetli bir humma geçirdiğini, ancak şimdi daha iyi olduğunu yazıyordu. Aradan iki ay geçtiğinde, ikinci bir mektup geldi ve Bayan Morris’in söz konusu rüyayı gördüğü o gece oğlunun vefat ettiğini öğrendiler. Bu olay haberci rüyalara iyi bir örnek oluşturuyor.


Kabilenin koruyucu sihri: Rüyaların analizi



Malaysia’nın dağlık ormanlarında yaşayan Senoi halkının çevreleri savaşçı kabi­lelerle sarılıydı ve bu vahşi komşuları tarafından rahatsız ediliyorlardı. Sebep oldukça ilginç. Bu halk o kadar barışçı ki, akla, koruyucu bir sihir sahibi oldukları geliyor. Doğru da sayılabilir. Çünkü yaşamları, rüyalar ve yorumları üzerinde kurulu bir felsefe içeriyor.


Rüyalar, Senoi halkının yaşamların­daki en Önemli olayları ve anlık kararları yönlendiren birunsur niteliği taşıyor. Rüyaların yorumlanması, kabile halkının en önemli faaliyeti olarak biliniyor. Birçok araştırmacının yaptığı incelemeler sonucu, bu halkın sosyal yaşamında şiddetin ve saldırganlığın yeri olmadığı ortaya çıktı.


Yaşamlarının ilk yıllarından başlayarak çocuklar rüyalarını anlatmak için teşvik ediliyorlar. Senoi halkının psikolojik ve sosyal istikrarının kaynağı olduğu sanılan diğer bir olay da, rüyaları denetim altına alabilmek için gerekli tekniğin o yaştaki çocuklara aşılanmasıdır. Araştırmacı Patricia Garfield’e göre, bu tekniklerin teme­linde 3 ilke vardır: “Teknolojiye karşı koyup ona hâkim olmak, zevke doğru ilerlemek, olumlu sonuca ulaşmak.”


Tehlikeye karşı koyup ona hâkim olmak ilkesi, rüya gören kişinin korkula­rını yenmesine yardımcı olur. Örneğin, bir çocuk dehşet içinde rüyasında kaplandan kaçtığını hemen anlatırsa, o rüyayı tekrar yaratılması öğretilir, başarabildiği takdirde ise saldırı karşısında kaçmadan, kaplana karşı direkt saldırıya geçmesi söylenir. Gerektiği takdirde rüyasında arkadaşların­dan yardım isteyebilir, ama asla kaçma­ması gerekir. Bu yolla çocuk, kâbusu yapıcı bir kendine güven dersine dönüştürmeyi öğrenir.


İkinci ilke, rüya gören kişinin korku­sunu coşkuya çevirebilmektedir; Rüyada boşluğa doğru düşmek hissi, bir Senoi için özgürce ve sarhoşça bir uçuş hissine dönüşebilmektedir. Bu kural özellikle cinsel doyumu cesaretlendirmektedir.


Senoililer, bilinçaltının fantezilerini doğal olarak kabul etmeye başladıkları andan itibaren, rüyaları “ben”i oluşturan birimlerin çeşitli durumlarının yansıması olarak nitelendirmektedirler. Rüya sıra­sında kişi yalnız olmalıdır. Hiçbir hareket yasak değildir. Bu şekilde, bastırılmış olan tüm uyarılar tam anlamıyla özgürlüğe ulaşır.


Üçüncü prensip, rüya gören kişinin, kötü durumları kendi adına avantaja dönüştürmesine yardımcı olur. Eğer rüyasında düşman tarafından yaralandıysa, ondan biraz daha güç eksilttiğini düşüne­rek rahatlayabilir. Psikologlar ve psikiyatristler. günümüzün çağdaş insanının rüyaları Senoililer gibi manipule ederek yaşam biçimim değiştirebileceğini tartışıyorlar.


Bu teorinin savunucularından Kaliforniyalı psikolog Eric Greenleaf, Senoililerin tekniğini kullanan bir rüya laboratuvarı kurmuştur. Rüya görenler burada birbirle­rine yardım ederek en korkunç kâbuslar karşısında sakin bir tavır takınmayı öğrenmektedirler. Rüyalardaki ürkütücü görün­tüler üzerinde fanteziler kurularak rüyalarında tekrar görüntülenmesine çalışılmakta ve bu rüyalarda onlara karşı yapıcı tavır takınılması kazandırılmakta­dır. Eğer bu tekniklerin insanların korkula­rını yenmeye yardım edebildiği sonucu ortaya konulabilirse, rüyalar gerçekten çağdaş insanın can simitleri olabilirler.





insanveevren



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder