Bu "gif"i internette ilk gördüğüm zaman, bu kadar da ucuz montaj olmaz demiştim kendi kendime. Açıkçası 6 Mart 2015'de ilk kez görüntülenen bu gezgin dünyayı, ilk bakışta Ay'a benzetecek kadar da büyük bir hata yaptım. Ay'ın karanlık yüzünü kim uzaktan bakıp gözleyebilir ki?
Özellikle 21. yy'a bilimsel anlamda damgasını vuran en önemli yeniliklerin başında, tanımlanamayan cisim ve benzeri olguların kabul edilebilir düzeyde devletler aracılığıyla insanlara yavaş yavaş servis edilmeye başlandığı geliyor. Evet, yukarıdaki görüntü AY değil ve NASA tarafından yayımlanan Güneş Sistemimizin en küçük üyesi CERES'e ait bir görüntü.
Bazı insanlar için uzay
macerası, diğer gezegenlere yolculuk ve bilim kurgu, hayatta en fazla heyecan
verici noktaların başında gelir. Benim için de bu böyledir. Yıllar önce ABD’nin
Ay’a hiç ayak basmadığı ile ilgili bir şeyler duyduğumda gülüp geçmiştim. Ne de
olsa Ay oradaydı ve gitmek neden bu kadar zor olsun ki? Ancak daha sonra yılların
birikimi ve araştırmaları insanı öyle bir noktaya getiriyor ki “bu yalan” ile
tanışınca, diğer her şey artık yalanmış gibi geliyor.
Burada, ABD’nin Ay’a gidip
gitmediğini tartışmayacağız. Çünkü gitmedi. Ama Ademoğlu’nun neden Dünya’nın
yörüngesinden çıkamadığını anlatacağız. Her ne kadar yapabilsek de, bu durumu “Dini”
kaynaklara değil “Bilim”e bağlayacağız.
Apollo ve Ay yalanı
ABD ve Sovyetler arasındaki
uzay savaşı 1955 ile 1972 yılları arasını kapsıyor ve 84 doğumlu biri olarak
sanki hala 20-30 yıl öncesine ait bir durummuş gibi geliyor ama dile kolay
yarım yüzyıl öncesine ait bir olgu. Teknoloji ile görsel iletişimdeki olağanüstü
gelişim ki bunu bu yarışa borçluyuz, 70ler 80ler 90lar diye nitelendirdiğimiz
tarihe aslında 00lar ve 10lar dahi eklememizin gerekmesi, insanda tuhaf bir tat
bırakıyor. Neyse lafı uzatmayalım. Bu yarışın temelinde aslında nükleer
silahlanma vardı. Füze teknolojisi öyle güçlü ilerliyordu ki 2. Dünya Savaşı’nda
Almanya’nın yaptığı teknoloji devrimini bu iki ülke devam ettiriyordu. Gerçi
Atom Bombası ile ABD bayrağı eline çoktan almıştı. Ancak bu Soğuk Savaş’ta bir
şeyler ters gidiyordu. Sovyetler hep 1 adım öndeydi!
Apollo ve Ay yalanı
Sovyetler, Ağustos 1957’de ilk
uyduyu dünya yörüngesine gönderiyorlardı. Aynı yıl bunu bir köpekle
gerçekleştiriyordu. Rusya bunu yaparken ABD’nin bir sonraki yıl sadece bir
uyduyu 12 günlüğüne oturtmuş olması, halkını endişelendiriyordu. Endişenin
kaynağı neydi biliyor musunuz? “Sovyetler bizi bombalayacak!” Komik geliyor
değil mi? Biri bir teknoloji geliştirdi diye bir millet neden korksun? İnanın
bugünün dünyasında bu gelişme kimsenin umurunda olmazdı ama başta da söylediğim
gibi yarım yüzyıl öncesinin dünyası gerçekten çok farklıydı:
İngilizcesi olmayan arkadaşlar
için videoda ne anlatıldığını kısaca özetleyeyim: “Sovyetler uzaya bir köpek
gönderdi ve bizi bombalayabilirler, bir an önce onları geçmeliyiz yoksa hepimiz
öleceğiz ve bütün dünya Komünist olacak!!!”. Şaka gibi ama gerçekten böyle
düşünüyorlarmış.
Peki, köpeğe ne oldu diye
soranlara kötü bir haberim var, 6 gün sonra oksijeni bittiği için öldü. Evet,
bir hayvansever olarak ve bir kedibesler olarak, hala içim cız eder, bile bile
birini ölüme göndermek... Ancak 1960 Ağustos’unda Sovyetler bir canlıyı sadece
yörüngeye göndermek ile kalmadı aynı zamanda sağ salim Yer’e indirmeyi de
başardı. Sovyetler bunu gerçekleştirirken ABD daha yörüngeye meteoroloji uydusu
göndermek ile meşguldü. Nisan 1961, Sovyetler ilk insanı uzaya gönderdi: Yuri
GAGARIN. 1963’te ilk Kadın: Valentina TERESHKOVA. 1965 ilk uzay yürüyüşü:
Aleksei LEONOV. Farkındasınız ki bunların hiç biri Amerikalı adı değil... Peki,
ne oldu?
25 Mayıs 1961’de John F.
Kennedy ki bu konuşmasından sadece 2 yıl sonra suikast ile öldürülecektir,
Amerika Kongresi’nde bir konuşma yapar. Amerikan halkının endişelerini gidermek
amacıyla yapılan bu konuşmada aynen şu cümleyi kullanır:
”First, I believe that this
nation should commit itself to achieving the goal, before this decade is out,
of landing a man
on the moon and returning him safely to the Earth.”
Kısaca Türkçesi: ”Bu 10 yıl
bitmeden, Ay’a sağ salim bir insan gönderip geri getireceğiz.”
Bir anlamda bu konuşma,
yarışın adını koyar. Ay’a gidip gelen kazanır. Aslında iki taraf da bu yarıştan
kazanacağını kazanıyordu zaten. Öyle bir teknolojik atılımın eşiğindeydiler ki
futbol sahası büyüklüğünde bilgisayarlardan kişisel bilgisayar ve internete
uzanan büyük bir devrimin gerçekleştirilmesinde rol oynuyorlardı. Kimsenin Ay’a
gitmesine gerek bile yoktu!
1958 yılının başlarında Iowa Üniversitesinde
James Van ALLEN önderliğinde bir ekip, Dünya’yı saran bir Radyasyon Kuşağı
keşfetti. Van Allen bu kuşağa kendi adını verdi. Van Allen Radyasyon Kuşağı. Bu
kuşak sayesinde Dünyamız dış uzayın zararlı etkilerinden korunuyor olduğu
görüldü. Sadece Dünya değil, diğer tüm gezegenlerin benzer bir Radyasyon Kuşağı
ile kendilerini korudukları gözlemlendi. Peki, bu kuşak olmasa idi ne olurdu?
Basitçe hayat olmazdı. Canlı yaşayamazdı. Bu radyasyon kuşağı ile ilgili
detaylı bilgiyi internette “Van Allen Radiatin Belt” olarak ararsanız
bulabilirsiniz.
Uzay yarışı kızıştıkça ve
hedefte Ay olunca bu radyasyon kuşağının geçilmesi gerekti. Ve sürpriz, diğer
ilklerde olduğu gibi Sovyetler bunu da başardı ve Ay’a sonda göndermeyi ve
hatta Ay yüzeyine bugün ABD’nin sözde Mars’ta yaptığı gibi bir robot gönderip
inceleme yapıp geri dönmesini bile sağladı. Sovyetler’den sonra ABD de bunları
başardı. Ancak Başkanlarının söylediğinin aksine, ABD, Soveyetlerin daha önce
keşfettikleri bir şeyi keşfettiler. Değil bugün, 100 yıl sonra bile Ay’a
insanla gitmek imkansız. Yarışı detaylı olarak incelerseniz zaten şunu görürsünüz,
Ay ile ilgili Sovyet araştırmalarında hep öncü olmalarına rağmen söz konusu Ay
olduğunda bırakın oraya inmeyi, yörüngesinden bile insan gönderme gereği
duymamışlar. Hep robot göndermişler. Sonra bum! Yüzlerce saat daha fazla uzay
uçuşu yapan Sovyetler robotlarla uğraşırken ABD, Ay’a ayak bastı. Tıpkı JFK’nin
söylediği gibi üstelik o 10 yıl bitmeden!
Dünya ile Ay arasına yaklaşık
30 (otuz) tane Dünya sığıyor. Van Allen Kuşağı ise dünyadan 2-3 Dünya kadar
dışarı uzanıyor. Yani çapı büyük bir alan. Ama o alandan sonra Ay’a gitmek için
27-28 tane Dünya geçmek gerek. Yani Ay, bu alandan çok ama çok uzakta. Şu anki
tüm uydu ve Uzay İstasyonlarının hepsi alçak dünya yörüngesinde gezinmektedir,
yani Dünya’dan 1 Ay uzaklıkta bile değil. 1958’de keşfedilen ve sözde Apollo
görevleriyle birlikte tam 7 (yedi) kez aşılmayı başarılan bu kuşağın tam olarak
ne olduğunu anlamak için (!?) 30 Ağustos 2012’de NASA uzaya iki adet sonda
gönderdi: The Van Allen Probes. Gözlemlenen neticeler ışığında MIT profesörleri
tarafından kaleme alınan bir rapor hazırlandı:
Yapılan araştırmaya göre, bu
kuşağın iç ve dış olmak üzere iki katmanın bilinen varlığı tekrar deşifre
edilse de ek olarak iki kuşak arasında bir plazma çemberi deşifre edildi.
Maddenin 4 hali vardır, katı, sıvı gaz ve plazma. Dünya’nın 12000 km dışında
bulunan bu Plazma alanının önemi nedir? Plazma, basitçe gaz haldeki maddelerinmanyetik kutuplaştırmaya
bağlı doğrusal noktalarda oluşan fiziksel ve kimyasalreaksiyonun
kontrollü etkileşim sürecine verilen genel ad.
Gaz ısındıkça, iyonlaşmaya
başlar diyor yazıda. İyonize olma durumu da elektronun atomdan ayrılma durumu
olarak özetlenmiş. Ayrıca plazmanın soğuk ve sıcak olabileceği de aklımızda
kalması gereken bir diğer nokta. Plazma soğuk da olsa sıcak da olsa elektron sıcaklığı
binlerce santigrat derecede bulunuyor. Yani sadece sıcak plazma değil soğuk
için de bu geçerli. Bu kuşaktan geçen sadece alet edevat değil, radyo
sinyalleri bile bazı sıkıntılar çekecektir. Şu an bilinen sıcağa dayanıklı
elementin başında gelen Titanyumun erime noktası, 1700 derece. Uzaya çıkarken
sürtünmeden oluşan sıcaklık yaklaşık 1000 derece. Plazma ise binlerce derece
belki 3000 belki 10000... Apollo’nun parçaları ise 230 dereceye dayanıklı
olarak geliştirilmiş. İyonosferden dönen radyo dalgaları ise cabası. Bırakın
Van Allen ve onun plazma kuşağını, İyonosferden bile ilerisi için sıkıntı
yaşanıyor. Bugün Rus bilim adamları, hala Radyo sinyallerini Plazmanın ötesine
gönderebilmek için teknoloji geliştirmeye çalışırken ABD bunu 50 yıl önce
başarmıştı. Bugün Rusların yaptığı bir araştırma sonucunda Plazma alanı bir
anten görevi görebileceğinden ve dışarıdan gelen sinyallerin
yakalanabileceğinden bahsederken, dışarıya sinyal göndermenin imkansız
olduğundan bahsediliyor.
ORION PROJESI
ABD ve Sovyetler yıllar önce
bunu keşfettiğinde Ay’a gidilmesinin imkansız olduğunu biliyorlardı. Ama
şeytanın aklına gelmeyen Johnnylerin aklına geldi. Madem uzun bir süre zaten
gidilemeyecek, o zaman gitmiş gibi yaparız! Aksini de kimse ispatlayamayacak.
Sovyetlerin bu yemi yutması boş hayallere milyarlarca para akıtması ve iflasa
sürüklenmesi, aslında gerçekten de bir bakıma yarışı ABD’nin kazandığı
gerçeğini de ötelemesin.
Gelelim yazımızın asıl
noktasına. Bugün Uzay Araştırmaları ile ilgili her hangi bir yerde konuyla
ilgili iseniz zaten kimsenin Ay’a insan göndermediğini biliyorsunuz demektir.
Bu yüzden artık bu sadece belirli bir seviyenin altındaki halk için bir yalan.
Bu yüzden NASA da yayınlarında bazen açık açık gitmediğini deklare etmeye
başladı.
Şu an NASA’nın en büyük
projesi ORION projesi. ORION projesinde hedef Mars’a insan göndermek. Ancak
Manifestosunu okursanız, en öncelikli sorunu tahmin edin ne? Evet, VAN ALLEN
RADYASYON KUŞAĞINI AŞMAK!
Bu videonun ilkinde, ISS
(Uluslararası Uzay İstasyonu) görevlisi iki Astronotun ve daha sonra bir NASA
mühendisinin NASA’nın kendi sitesinden yayınlanan iki videosu mevcut. Video
kendini anlatıyor ancak İngilizce sorunu olanlar için detayını paylaşayım.
Videonun ilkinde bir soru
soruluyor: “ISS görevini tamamladığında ne başarmasını umuyorsunuz” diye Cevap
olarak adam açık açık şunu söylüyor: “Şu an sadece Dünya yörüngesinde
uçabiliyoruz, ISS görevini tamamladığında dış uzaya açılabileceğiz, Mars’a
hatta AY’a?! Bile gidebilmemiz mümkün olacak.” Canlı yayın işte insanın
ağzından her şey kaçabiliyor.
Diğer bir videoda ise NASA
mühendisi, NASA’nın önündeki en büyük engelin Van Allen olduğunu ve hala bu
sorunu aşmaya çalıştıkları ve önlerinde uzun bir yol olduğundan bahsediyor.
Allah Allah? 50 yıl önce siz değil miydiniz o alanı geçmeyi başaran?
Her Ay’ı gördüğümde içime bir
heyecan doluyor. Bir gün evet, ben gidilemez demiyorum ama bir gün gerçek
anlamda insanoğlu Ay’a gitmeyi başaracak ve televizyondan canlı yayında
izleyeceğiz. Umarım bunu görecek kadar yaşarım çünkü bu yakın bir gelecekte
olmayacak.