Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Hıristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hıristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Nisan 2013 Cuma

Musa ve Firavunun Gerçek Hikâyesi





   Musa’nın aynı zamanda kardeşi olan Firavun’la mücadelesi, halkını esaretten kurtararak Mısır’dan çıkartması, Mısır ülkesini baştanbaşa sarsan 10 felaket, Kızıldeniz’in yarılması ve sonra geri dönerek Firavun’un ordusunu yutması, kutsal kitaplarda yer alan mucizevî dinsel bir hikâye olup, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta da inanılması farzdır. Ancak, bugünkü bilimsel tarihsel görüş açısından doğrulanabilir mi? Immanuel Velikovsky’nin “Kaos Çağları” (Ages in Chaos) adlı kitabı bu soruya bazı çarpıcı ve dâhiyane çözümler getiriyor. İnanılması güç bazı olaylar hem bilimsel açıklamalar kazanıyor, hem de bölgesel tarihle bütünleşiyor. Günümüzdeki bazı araştırmalar bunları tekrar gündeme getirip, tarihçilerin önceki varsayımlarına meydan okuyarak, inkâr edilemez kanıtlar ortaya çıkarıyor.





    Rus Yahudi’si bir ailenin çocuğu olan Immanuel Velikovsky (1895-1979) Moskova Üniversitesi’nde eski tarih ve toplum bilimi ve tıp eğitimi görmüş, daha sonra Viyana’da Freud’un öğrencisi Wilhelm Stekel yanında Psikanaliz eğitimi almıştır. Sonradan, araştırmalarını daha da genişleterek, kozmoloji, astronomi, jeoloji, mitoloji, efsane ve Kutsal Kitaplar’daki metinleri incelemiş ve bunlardan tarihi yeniden yorumlayan tartışmalı eserler çıkarmıştır. Geçmiş çağlarda büyük felaketler yaşandığı Velikovsky’nin en önemli savıdır. Ancak, insanların kötü anılarını bilinçaltına itmesi ve unutulması anlamına gelen “kitlesel amnezi” ile bunların sadece efsanelerde izleri kaldığını iddia etmektedir. Her yerde felaketlerin izleri olduğu halde bunlarla yüzleşmek acı verdiği için, bilim adamları bunları göz ardı ettiler. Günümüzde bu felaketlerin inkâr edilemez izleri bir bir ortaya çıkarılarak, tarih üzerindeki etkileri konusunda spekülasyonlar yapılıyor. Örneğin, son zamanlarda M.Ö. 2300 yılında Irak’ta büyük bir meteor yağmurunun o zamanki uygarlıkların çöküşüne yol açtığı ortaya çıkmıştır. Hemen sonrasında, meydana getirdiği karanlık çağda, Tevrat’a göre İbraniler göç ederek kuraklıktan nasibini almayan Mısır’a yerleşmişti ve zamanla Yusuf’un vezirliğini unutan yeni bir Firavun İsrailoğullarını köleleştirdi. 




Tevrat’a göre Musa’nın Mısır’dan Çıkışı M.Ö. 1447 yılında gerçekleşmiştir ve Ramses adı geçtiği için tarihçiler o zamanki firavunun Ramses II olduğunu varsaymışlardır. Ramses II ile ilgili dev eserlerin ortaya çıkışı 19. yüzyılın hayal gücü üzerine büyük etki yaratmıştır. Tarihçiler buna dayanarak Çıkış’ın M.Ö. Ramses (M.Ö. 1279-1213) dönemine denk gelen yıllarında olabileceğini varsaymışlardır, ama bunu kanıtlayabilecek herhangi bir bulgu ortaya çıkmadığı gibi, Tevrat’ın söz ettiği çalkantılı dönemlerin izine de rastlanmamıştır. Ramses sözcüğü Tevrat’ta Yusuf’un döneminde de yer alıyor ve akademisyenler bunun genel bir terim olduğu düşüncesindedirler. Bu yüzden Velikovsky ve Tarihçi David Rohl “Zamanın Kanıtı” (A Testament in Time) ve “Cennet Bahçesinden Sürgüne” (From Eden to Exile) eserlerinde Çıkış firavununun 13’üncü hanedandan Dudimose olduğunu savunmuşlardır. Aslında Musa bir İbrani ismi olmayıp, Mısır dilinde oğul anlamına gelir. Bu isim, genelde firavunlara ve prenslere verilir. Örneğin Tutmoses, Tut (Tanrı Thoth) oğlu, ve Ramose Ra (Tanrı Ra) oğlu, Amenmose (Tanrı Amen) oğlu demektir. Firavun Dudimose’un (veya Tutimaos) en uygun firavun olma gerekçesi eski Mısır tarihçisi Manetho’ye dayanmaktadır. Ona göre Dudimose zamanında “Biz [Mısırlılar] Tanrının gazabına uğradık” ve o dönemdeki büyük felaketin arkeolojik kalıntıları ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Manetho’ya göre Dudimose’tan hemen sonra Mısır zayıf düşmüş ve Hyksoslar hiç karşılık görmeden Mısır’ı zapt edebilmişlerdir. 



Tevrat’a göre Firavun, İbrani halkını azat edip ülkeyi terk etmeye izin vermediği için Mısır’ın başına 10 felaket gelmişti. Bunlar: 1) Nil nehrinin kana dönüşmesi; 2) Kurbağa istilası; 3) Sivrisinek istilası; 4) Atsineği istilası; 5) Hayvan ölümleri; 6) Çıban belası; 7) Dolu belası; 8) Çekirge belası; 9) Karanlık Belası; 10) İlk doğan çocukların ölümüdür.
Velikovsky’nin önemli savlarından biri İpuwer papirüse dayanır. Mısır’ın eski hanedan dönemine ait bu papirüs 1828 yılında bulunmuş ve halen Hollanda’nın Leiden Müzesi’nde sergilenmektedir.  Akademisyenler bunun bir bilmece veya kehanet olduğunu düşünmüşlerdir, ancak bu papirüs açık bir şekilde Mısır’ın başına gelen felaketler zincirini anlatmaktadır. Nil nehrinin kana dönüşmesi, suların zehirlenmesi, göklerin kararması, hayvanların ölmesi, yangınlar, depremlerle Mısırlıların perişan ve aç bir vaziyete düşmelerini kaydeder. Eğer Velikovsky’nin savı doğruysa, bu sav Mısır tarihinde Tevrat’ta söz edilen olayların Mısır tarihinde izleri bulunmadığı görüşünü çürütür.      
Girit yakınlarında, Thera adasında Santorini yanardağının patlamasının yaklaşık olarak o dönemlerde gerçekleştiği düşünülmektedir. Jeologlar M.Ö. 1626 ve M.Ö. 1360 gibi farklı tarihler vermektedir ve Velikovsky’e göre bu sıralarda yanardağlarda zincirleme patlamalar vardı. Santorini adasının patlaması, Girit uygarlığının yok olması gibi, tarihte birçok radikal değişimlere sebep olmuştu. Ortaya çıkan bu patlamanın, 1883 yılında tüm dünyayı sarsan ve 35 bin kişinin ölümüne yol açan Karakatoa yanardağının patlamasından kat kat güçlü olduğu ortaya çıkmıştır ve Vesuvius yanardağının patlaması da aynı zamana rastlar. Santorini yanardağının nükleer bombadan bin kez daha güçlü olduğu hesaplanmıştır. Velikovsky’e göre volkanik Sina dağı da aynı anda patlamıştı. Tevrat’ta, Çıkış’tan hemen sonra İsrailoğulları Sina’ya yürüyüşü “Tanrı önümüzde gündüz bir duman sütunu gibi ve gece bir alev sütunu gibiydi” diye tanımlanır. Volkanik patlamaların gündüz ve gece böyle gözlemlendiği doğrudur.




Son bulgulara göre böyle bir patlamada Mısır karanlığa boğulur, şimşekler ve dolu yağmuru dehşet saçar. Yakın bir zamanda Amerika’da görüldüğü gibi volkanik küller Nil nehrini kırmızıya dönüştürebilir.  Nehrin zehirlenmesiyle kurbağalar karaya çıkar, burada ölerek sinek ve pirelerin çoğalmasına neden olur. Bunlardan da hastalıklar yayılır ve çıbanlar çıkar. Böylece birçok canlının ölümü gerçekleşir. Bölgedeki toplu mezarlar bir veba salgınını doğrulamaktadır. Mısır’ı saran karanlığa Santorini ve diğer yanardağlardan yükselen duman bulutlardan meydana getirmiş olabilir. Karakatoa tüm dünyada ısının birkaç derece düşmesiyle birlikte, yıllar süren böyle bir nispi karartma etkisi yapmıştı.    




Peki bu durumda, Kızıldeniz’in yarılması nasıl izah edilebilir?  Velikovksy’e göre İsrailoğulları daha sığ olan Sazlar denizinden geçmekteyken oluşan bir deprem suların geri çekilmesine sebep olabilir.  Büyük yanardağ patlamalarının depremleri tetiklediği bilinmektedir.

Velikovsky’nin kabul edilen Mısır tarih kronolojisinin birkaç yüzyıl ile hatalı olduğu tarihçi David Rohl ve diğer revizyonist Mısır tarihçileri tarafından destek görmektedir. David Rohl kitabında yüzlerce sayfalık kanıt vermektedir. Bunlar, kutsal kitaplardaki olayların tamamen uydurma olduğu, Musa, Davut ve Süleyman gibi Tevrat’ta söz edilen kralların hiçbir zaman yaşamadığını iddia eden bazı tarihçilerin tezlerini çürütmektedir. Velikovsky ve Rohl’a göre bu tarihçiler arkeolojik bulguları yanlış tarihte aramaktadırlar ve birkaç yüzyıl geri bakılırsa tüm kanıtların orada olduğu gözlemlenecektir.



Mısır’dan Çıkış’ın yer aldığı dönemdeki felaketler büyük göçlere de sebep olmuştur denebilir. İsrailoğulları tam bu dönemden sonradır ki Hyksoslar denilen bir kavmin işgaline uğramışlardır. Hem Velikovksy, hem de Rohl’a göre bu kavim Çıkış’tan sonra İsrailoğullarının Mısır yolunda karşılaşıp savaştığı Amalekliler’di. Mısırlıların Amu dedikleri ve ayrıca “Çoban Kralları” olarak da bilinen Hyksoslar, hiç karşılık görmeden Mısır’ı ele geçirdiler. Birkaç yüz yıl sonra işgalden uzak Mısır’ın Güney hanedanı Hyksosları ülkeden kovabilmişti. Arap tarihçilere göre Mekke civarında yaşayan Amalekliler kendi ülkelerinde büyük bir felaket sonrası göç etmişlerdi. Seller bazı kavimleri ortadan kaldırmıştı. Üzerlerine kara dumanlar çökmüş, karıncalar istila etmişti. Manetho’ya göre Dudimose’un döneminden hemen sonra Mısır, doğudan gelen bu gaddar ve acımasız kavim tarafından istila edilmişti. Amalekliler Mısır’da büyük tahribatlarla halkı esir ettiler. Velikovsky’e göre eski ahit Mezmurlar’da geçen “[Tanrı Mısırın üzerine...] Üzerlerine kızgın öfkesini, gazap, hışım, bela ve bir alay kötülük meleği gönderdi” aslında “Üzerlerine kızgın öfkesini, gazap, hışım, bela ve bir alay çoban kralları gönderdi.” Kötülük meleklerinin Mezmurlarda yazılışı malakhei-roim, bu aslında Çoban Kralları, anlamına gelir, doğrusu malakhim-roim olmalı.

Kutsal kitaplar Musa’yı olağanüstü vasıflarla donatır. O dönemde geçen olayların ve doğal felaketlerin arkasında doğal nedenler olması kanımca, bir dönüm noktasında bu felaketleri önceden bilen ve Tanrı’nın gazabı olarak yorumlayan güçlü, bilge bir liderin şanından bir şey eksiltmez. Manetho’nun da Mısır’ın o dönemde Tanrı’nın gazabına uğradığını belirtmesi bunu doğrular.         

Velikovsky’nin tezlerini doğru kabul etmek tarihe bakışımızı değiştirmekle kalmaz, bize bu önemli mesajı verir: Dünya tarihinde büyük felaketlerin rolü de büyük olmuştur ve bu olasılık her zaman için geçerliliğini korumaktadır. Velikovksy ve Rohl’un kitapları bu savı öne sürüyor


hermetics



21 Ekim 2012 Pazar

Zümrüt Tablet – The Emerald Tablet



Zümrüt tabletlerinin tercümesi ve tarihçesi


Zümrüt tablet: Avrupa’lı okültist akımların düşüncelerini dayandırdıkları kısa bir metindir. Yazılı ilk kaydına 800 yılında Abdulkadir Geylani’nin “Kitab-ı Sirr Al Asrar” (Sırların Sırrı) kitabında rastlanmaktadır. 1140 yılında Johannes Hispalensis tarafından Latince’ye çevrilmiştir. 14. yüzyılda simyacı Ortolanus tarafından “Hermes’in Sırrı” adıyla şerhedilen metin, bundan sonra simyanın gelişimi üzerinde etkili olmuştur. Zümrüt Tablet’in Tercümesi:


1. Hiç yalan olmadan doğrudur, kesindir ve çok gerçektir.
2. Aşağıda olan yukarıda olan gibidir, yukarıda olan da aşağıda olan gibidir, ve birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler.
3. Ve bütün her şey bir olandan geldiğinden, bir olanın düşüncesinden gelmiştir. Böylece her şey bu tek olandan uyum sağlayarak çıktı.
4. Güneş onun babasıdır, Ay annesidir. Rüzgar onu karnında taşımıştır, Toprak beslemiştir.
5. Dünyanın bütün gücünün babası budur. Onun gücü eğer toprağa dönerse her şeye yeter.
6. Toprağı ateşten ayıracaksın, sübtil olanı kalın olandan; bu büyük bir maharetle olmalı.
7. Topraktan gökyüzüne çıkacak ve yeniden toprağa inecek, ve yukarıda ve aşağıda olanın gücünü alacak. Bununla bütün dünyanın zaferi senin olacak, bunun için bütün karanlık senden uzaklaşacak.
8. Bu bütün kuvvetlerin en kuvvetlisi; çünkü her sübtil şeyi yenecek, her katı şeyin içine girecek.
9. Dünya da böyle yaratıldı.
10. Hayranlık verici biçimler bundan çıktı, bunların ortamı buradadır.
11. Bu yüzden bana Üç Kere Büyük Hermes denir, çünkü bütün dünyanın felsefesinin üç bölümü de bana aittir. Güneş’in yaptıkları hakkındaki söylediklerim böylece bitiyor ve tamamlanıyor.

Açıklama
«Hiç yalan olmadan doğrudur , kesindir ve çok gerçektir.»
Metin öncelikle söylenenlerin doğru olduğunun ve yalancı bilimlerle ilişkisinin olmadığının söylenmesi ile başlar. Bu bir anlamda kendini doğrulamaktır. Burada “çok gerçektir” ifadesi de anlamı kuvvetlendirmekte, belki de eski nitelemeler düşünüldüğünde Güneş’e atıfta bulunulmaktadır. Güneş ve onun sembolize ettikleri “en gerçek” olarak kabul edilmektedir.
«Aşağıda olan yukarıda olan gibidir, yukarıda olan da aşağıda olan gibidir , ve birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler. »
Daha sonra ise Yukarıda olan ile aşağıdaki olanın birliği vurgulanarak dönemin en önemli ezoterik yasası ifade edilmektedir. Bu aynı zamanda astrolojiye de temel teşkil etmektedir. Buna göre macrocosmos ile microcosmos arasındaki bağlantı kesindir ve ikisine de hükmeden Tanrısal yasalardır. Bu tanrı’nın bir mucizesinin görüntüsüdür.

Bu ifadenin bir başka yorumu da aslında burada filozof taşından söz edildiği şeklindedir. Bu taş yukarı ile aşağısı arasında , başka bir deyişle insan ile tanrısal özü arasında bir ilişkiyi belirmektedir. Bu ise her şeyin bir olmasından, başka bir deyişle insanın tanrıdan çıkması mucizesinden olanaklı olmaktadır. Öyle ise bu yoruma göre aslında Simyanın ana amacı olan Filozof taşı ortaya konmuş olmaktadır.
«Ve bütün her şey bir olandan geldiğinden , bir olanın düşüncesinden gelmiştir. Böylece her şey bu tek olandan uyum sağlayarak çıktı. »
Burada ise her şeyin Tanrı’dan ya da Tanrısal tözden geldiği bir kere vurgulanarak yaradılış ifade edilmiştir. Bu ifadelerdeki anahtar sözcükler meditatio ve adaptatio’dur. Meditatio derin düşünmeyi ifade eder ancak buradaki anlamıyla , bir eylemi ifade etmekte ve Tanrı iradesini belirtmektedir. Adaptatio ise daha anlamlıdır. Adaptatio , adaptasyon, uyarlama anlamına geldiği için, tek olandan uyum içinde çıkmak , zaten bu tek olanın içinde her şeyi barındırdığını ve uyarlanarak varolan her şeyde bulunabileceğini göstermektedir.

Resim
Simya yorumunda ise tek olanın materia prima olduğu ve bir takım işlemlerden sonra başka şeylere dönüşebildiği söylenmektedir.
«Güneş onun babasıdır, Ay annesidir. Rüzgar onu karnında taşımıştır, Toprak beslemiştir.»
Bu ifade daha da semboliktir. Güneş ve Ay birleşmesi Simyada kutsal birleşmeyi sembolize ettiği gibi Güneş ateşi, Ay da suyu sembolize eder. Böylece dört element düşüncesi burada yerini bulmuş olur. Güneşin baba olması ise tanrısal yaratıcı gücü belirtmektedir.
«Dünyanın bütün gücünün babası budur. Onun gücü eğer toprağa dönerse her şeye yeter. »
Buradaki ifade de telesma sözcüğü farklı anlamları ifade edebilmektedir. Bazı yorumlarda irade/güç anlamına gelmekte , bazı yorumlarda da mükemmelliği göstermektedir. Her iki anlamda da tanrısal töze atıfta bulunduğu açıktır. Tanrısallığının farkına varmış insan toprağa dönerse , yani maddede her şeye gücü yetebilecek durumda olur.
«Toprağı ateşten ayıracaksın, sübtil olanı kalın olandan ; bu büyük bir maharetle olmalı. Topraktan gökyüzüne çıkacak ve yeniden toprağa inecek , ve yukarıda ve aşağıda olanın gücünü alacak . Bununla bütün dünyanın zaferi senin olacak ; bunun için bütün karanlık senden uzaklaşacak.»
Burada ezoterik düşüncenin temel prensipleri açıkça ortaya konmuştur. Yukarıda da açıkladığımız gibi, Tanrısallığının farkına varmış insanın madde üzerinde kontrolü olanaklı olabilir. Ancak bunun için sübtil olan kalın olandan ayrılmalı , yani ruh maddeye olan esaretinden kurtulmalıdır. Bu ancak kendi nefsimizden kurtulacağımız inisiyasyon ile olanaklı olmaktadır. Maharet buradadır. Tanrısal tözünün farkına varan gökyüzüne çıkmış olur , ancak yine maddi aleme dönerek , maddeye hükmederek , yaşamına devam etmeli ve bu dünyada alacaklarını almalıdır. Artık bundan sonraki hayatta , bu aşama bir kere geçildikten sonra karanlıklar uzak olur.

Bu düşünceyi Nicolas Valois şöyle ifade etmektedir : “Solvite corpora et coagulate spiritum “. Türkçe ifadesiyle, bedeni çöz, ruhu pıhtılaştır , anlamına gelen bu ifade de ruhun bedenin esaretinden kurtularak evrimleşeceğini belirtmektedir.
Ancak bütün düşüncelerde varolan ruhun bedenin esaretinden kurtulduktan sonra madde yokmuş gibi yaşamak değil, kişinin bunun farkına vararak günlük yaşantısına devam etmesi esastır.
Metin, bundan sonra yaradılışın da bu şekilde olduğunu ve her varolanda Tanrısal tözün varolduğunu söyleyerek son bulur.

http://otherworldmystery.com/wp-content/uploads/2010/12/hermes-emerald-tablet.jpg
Zümrüt Tablet Metinin Tarihi
Hermetik yazılar içinde en önemlisi kuşkusuz Zümrüt tablettir. Orta Çağlardan bu yana bu metin bir çok okültistin dikkatini çekmiş, farklı yorumları yapılmıştır.
Metinden ilk olarak Albertus Magnus, De Mineralibus adlı eserinde bahseder. Buna göre Hermes’in mezarı İskender tarafından bulunmuş olup tabletler burada açığa çıkmıştır.
En yaygın söylence, bu tabletlerin, Hermes’in lahitinin olduğu yerde, ellerinin arasında bulunmuş olduğudur. Burada sembolik bir ifade kullanıldığı da varsayılabilir. Tabletlerin Zümrüt olması önce bu taşın Hermes’ e ait bir taş olduğunu akla getirmektedir, ancak zümrüt yeşil rengi ile ekini sembolize ettiği gibi, okült gelenekte bilgelik sembolü olarak da kullanılmıştır. Bu tabletlerin içeriğinin hermetik bilgelik olduğu düşünülürse bu yazıların zümrüt tablet üzerine yazılmış olmasının anlamı daha iyi gözükür. Zümrüt Hıristiyanlık’da da inancı sembolize etmiştir.
Hermetik yazıların bir çoğu Helenleşmiş Mısır’a aittir. Bu yazıların da orijinal Yunanca metninin varolduğu varsayılmış, ancak bugüne kadar eksiksiz metin bulunamamıştır. Sadece yirmiye yakın Arapça versiyona rastlanmıştır.
Zümrüt tablet hakkında elimizde olan ilk versiyon Tyan’lı Apollonios’a aittir. (Apollonios Arapça metinlerde Balinus olarak geçer.) İsa’dan sonra birinci yüzyılda yaşamış olan Apollonios Yeni-Pitagorasçı filozoflar arasında önemli bir yer tutmakla birlikte, döneminde okült bilgisi ile de tanınmıştır. Ayrıca büyü ve simya üzerine kitapları vardır.
Apollonios’a atfedilen en önemli kitaplarından biri de “Yaradılış’ın Sır Kitabı”dır. (Kitab-ı Sırrı Al-Halika). Bu kitapta Zümrüt Tablet metninin bir versiyonu bulunmaktadır. Bu kitabın Sagiyus isimli bir din adamı tarafından Altıncı yüzyılda Arapça’ya çevrildiği söylenir, ancak orijinal Yunanca metin bulunamamıştır.
Kitabın giriş kısmı oldukça ilginçtir. Bu kısmın bir bölümünde bu yazıları nasıl bulduğunu Balinus kendi ağzından anlatır :

« Yaşadığım yerde tahta bir sütunun üzerine dikilmiş bir heykel vardı. Sütun üzerinde şu yazılar okunuyordu : “Ben kendisine ilim verilmiş olan Hermes’im; eserim önce herkese açıktı, ancak daha sonra, benim kadar bilge biri tarafından yeniden bulunsun diye, sanatımı sakladım.” Heykelin göğsünde ise eski dilde yazılmış şu yazılar vardı : “Eğer birisi varlıkların yaratılışının sırlarını merak ediyorsa ayaklarımın altına baksın”
Herkes bu heykeli görmeye gelirdi ve ayaklarına bakıp bir şey bulamazlardı. Ben ise , küçük , zavallı bir çocuktum .
Fakat büyüyünce, kuvvetlenince , göğsünün üzerindeki yazıyı okudum ve anlamını kavradım. Ve hemen sütunun altını kazmaya başladım. Toprağın altında içine güneş ışığı girmeyen karanlık bir geçit buldum. Burada bir meşale de yakmaya çalışmak da boşunaydı , çünkü sürekli esen rüzgar buna izin vermiyordu.
Karanlık yüzünden keşfettiğim yere giremiyordum, ve rüzgarın gücü ışığın yanmasına izin vermiyordu.
Tedirgin bir uykuya daldığımda yüzü bana benzeyen bir ihtiyar karşımda belirdi ve bana seslendi : “Kalk Balinus ve yeraltına gir; bu yol seni yaratılışın sırrına götürecek ve Doğa’nın nasıl oluştuğunu göreceksin”
“Karanlık hiçbir şeye izin vermiyor ve ışık rüzgara dayanmıyor” diye yanıtladım.
O zaman bana dedi ki : “Balinus , ışığını şeffaf bir kabın içine koy, böylece rüzgardan korunmuş olacaktır. Ve seni karanlıkta aydınlatacaktır. “
Bu sözler benim ruhumu neşe ile doldurdu ve isteğime ulaşacağımı hissettim. Ona seslendim : “ Siz kimsiniz? , bu büyük iyilik için kime minnettarım?”
“ Ben senin yaratıcınım , mükemmel olan! “
O anda neşe içinde uyandım , onun bana söylediği gibi ışığı şeffaf bir kabın içine koydum ve yeraltına girdim.
Orada altın bir tahtın üzerinde oturan yaşlı bir adam gördüm . Elinde zümrüt bir tablet tutuyordu ve tabletin üzerinde “Doğa’nın varoluşu buradadır” diye yazıyordu. Önünde duran kitapta ise “Bütün varolanların yaradılış sırrı ve her şeyin nedenlerinin bilimi buradadır.” diye yazıyordu.
Bu kitabı korkusuzca aldım ve buradan çıktım. Bu Bütün Varolanların Yaradılış Sırrı kitabında yazan her şeyi öğrendim ; Doğa’nın nasıl varolduğunu anladım ve her şeyin nedenlerinin bilgisine eriştim. İlimim beni meşhur etti. Tılsım ve olağanüstü şeylerin bilgilerini öğrendim ; dört elementin birleşmelerini, çekimlerini, itimlerini tanıdım. »



Kaynakçalar:

HERMES TRISMEGISTE , La Table d’Emaurade , Les Belles Lettres, Paris, 1995
EVOLA Julius , The Hermetic Tradition , Inner Traditions International , Vermont, 1994
insanveevren.wordpress.com