13 Nisan 2013 Cumartesi
Bize en yakın yıldızda Dünya büyüklüğünde gezegen keşfedildi
Bize en yakın yıldızda Dünya büyüklüğünde gezegen keşfedildi.
Üçlü yıldız sistemi olan Alpha Centauri bizden sadece 4.3 ışık yılı uzaklıkta. Sadeceden kastımız yaklaşık 40 trilyon km. Bir çok bilim kurgu yazarlarının da dikkatini çeken bu yıldız sistemi, Dünya benzeri bir gezegene ev sahipliği yaparak da astronominin kutsal kasesi durumuna gelmek üzere. Şili'deki Avrupa Güney Gözlemevi'nin yaptığı keşifte bulunan gezegen Alpha Centauri yıldızlarından "2" numaranın etrafında konumlanmış. Alpha Centauri Bb olarak adlandırılan gezegen şu ana kadar bulunan güneş benzeri yıldız etrafında dönen Dünya'ya en yakın gezegen oldu.
Alpha Centauri'de 3 yıldız bulunmakta. Bunlardan Proxima adı verilen yıldız Güneşimize göre oldukça küçük. Ancak A ve B adı verilen diğer iki yıldız Güneşimizin boyutlarına çok yakın. A biraz büyük olmakla birlikte B çok az küçük de olsa Güneşimiz boyutunda.
Keşfedilen gezegenin şu ana kadar ölçülebilen kütlesi de Dünyamızdan çok az fazla ve neredeyse eşit sayılır. Ayrıca Dünyamızla birlikte evrende bilinen en düşük kütleli gezegen bile denebilir. Yaşam olasılığı olsa dahi kendi yıldızına olan uzaklığı sadece 6,5 milyon km. Yani Merkür ile Güneş'in yakınlığının 10 katı ve Dünyamızın Güneş'e olan yakınlığının da 23 katı. Bu da söz konusu yıldızın Bb gezegeninin gökyüzünde bizim gördüğümüz Güneş'in 20 katı büyüklüğünde bir yer kapladığı anlamına geliyor. 500 kat daha parlak ve sıcak!
Orijinal kaynaktan çeviri: http://bilimvespiritualizm.blogspot.com/
Etiketler: Spiritüalizm, Bilim, Kuantum fizik
Alpha Centauri,
Dünya büyüklüğünde gezegen
11 Nisan 2013 Perşembe
Papoose Tuz Gölünde Saklanan UFO'lar
Papoose Tuz Gölünde Saklanan UFO'lar |
"Papoose Tuz Gölünde Saklanan UFOlar"
Robert Lazar, eski bir 51. Bölge çalışanı olarak kendini lanse edip, askeri alanda saklanan uzaylılardan bahsettiğinden beri ilgi konusu olmuştu. Lazar, geri mühendislikle ABD'nin nasıl bir teknoloji atılımını yaptığına dair şahitliğini paylaştığında heyecan doruğa çıkmıştı ancak arkasında duran kimse olmadı ve bir peri masalı gibi unutulup gitti. Acaba yıllar sonra bu masalı hikayeye çevirecek kanıtlar yüz üstüne çıkacak mı?
1989 yılında Robert Lazar adında bir gölge figür 51. Bölge'de çalıştığını iddia ederek sırları deşifre etme adına KLAS-TV istasyonunda bir TV programına konuk oldu.
Peşi sıra yapılan röportajlarda Lazar, geri mühendislikle açığa çıkarılan teknolojilerin hikayesini bizimle paylaştı. Lazar'a göre ABD yıllar boyunca ele geçirdiği 9 farklı UFO'yu 51. Bölge yakınlarındaki Papoose Gölü civarında Sektör-4 (S-4) adında bir hangarda sakladı ve üzerinde bilimsel çalışmalar yaptı.
Lazar konuşmalarında sıkça Zeta Reticuli yıldız sisteminden bahsetti ve bu sistemdeki uzaylıları 100.000 yılı aşkın süredir Dünya üzerinde deneyler ve çalışmalar yaptığını anlattı.
Lazar'ın bu açıklamalarından hemen sonra tüm ulusal yayınlarda kendine yer etti ama kimse onun gerçeği söylediğini ispatlayamazdı. Bu kadar az kanıta rağmen Testors adında bir model firması, Lazar'ın öncülüğünde 1/48 oranında küçültülmüş bir uçan daire yaptı.
Google haritalarından önce Testors, Lazar'ın söylediklerine öyle inanmıştı ki, zamanında Rus Hükümetin'e bir fotoğraf için 2000 dolar vermeyi kabul etti. Dönemin en ünlü Uzay İstasyonu MIR de gereken, yaptı ve Papoose Tuz Gölü'nün uzaydan çekilmiş fotoğrafını çekip Testors ile paylaştı.
Her ne kadar bu fotoğraf Lazar'ın söylemlerine bir kanıt oluşturmasa da sıradışı görüntüsü ile meraklılarını büyülemeyi başardı.
Daha sonra bir grup protestocu Greenpeace ile ortaklık yaparak Nükleer Silah Araştırmalarını protesto etmek için kendine mekan olarak Papoose Tuz Gölünü seçti. Gölün girilmesi yasak bölgesine girmeyi başaran gönüllülerden ise kayda değer bir rapor ise gelmedi.
Daha sonra ise Arkeolog Jerry Freeman göl bölgesinde 19 yy'dan kalan bir tren yolu hattını ortaya çıkarmak için göl etrafında bir inceleme yaptığında ise Hava Kuvvetleri tarafından engellendi.
Lazar ise bugün bir kimyasal ürünler şirketini yönetmekte ve amatör kimyacılara deney imkanları sunmaktadır. Zaman zaman çıktığı radyo programlarıyla da eski anılarını sevenleriyle paylaşmaya devem etmekte.
Orijinal kaynaktan çeviri: http://bilimvespiritualizm.blogspot.com/
Etiketler: Spiritüalizm, Bilim, Kuantum fizik
Papoose Tuz Gölünde Saklanan UFO'lar
10 Nisan 2013 Çarşamba
UFO'lar var mı yok mu
"Petrol şirketlerinin UFO'ları örtbas ettiği yeni Komplo Belgeseli geliyor."
Bazen komplo rüzgarları sizi alıp götürür. "Sirius" adlı bu yeni belgesel de enerji krizini, küresel ısınmayı ve uzaylıları zekice bir çatı altında toplamayı başarıyor.
Yapımcıların, filmlerinde biraz da olsa uzaylı komploları yerleştirme çabası bile bazı komplo teoricilerini cezbeder. Uzaylı gemilerine yapılan geri mühendislik teknikleriyle fosil kaynaklara alternatif temiz enerji kaynakları ile ilgili bu teoriler ise sizi uçuracak. İşte beklenen trailer:
"Videoyu Türkçe alt yazılı olarak da izleyebilirsiniz. "
Etiketler: Spiritüalizm, Bilim, Kuantum fizik
BİLİM,
enerji krizi,
Küresel ısınma,
Petrol şirketleri,
sirius,
SPİRİTÜALİZM,
TEKNOLOJİ,
temiz enerji kaynakları,
Ufo,
Uzaylı gemileri,
uzaylılar
9 Nisan 2013 Salı
Tabletteki Hürriyet değil, tablete özel Hürriyet
Hürriyet, Türkiye’nin en çok okunan gazete uygulaması Hürriyet E-Gazete’den sonra Hürriyet Tablet uygulamasını da hayata geçirdi. “Tabletteki Hürriyet değil, tablete özel Hürriyet” sloganıyla tanıtılan ve Apple Store’da 1 numaraya yerleşen bu yeni uygulama kullanıcılar tarafından oldukça beğeniliyor.
2011 yılının Mart ayında hayata geçirilen Hürriyet E-gazete uygulaması bugün, Türkiye’nin en çok okunan tablet gazetesi olmayı başarmış durumda. Toplamda ücret ödeyen abone sayısı 16 bine ulaşarak, ücretsiz rakiplerinin ulaştığı rakamları geride bırakırken; Hürriyet okurları, E-Gazete uygulamasını günlük 50 bin, haftalık 350 bin kez ziyaret ediyor.
Tablet okurunun beklentisinin farklılaşması ve ilgi alanlarının değişmesiyle, okurlar artık okuduğu haberin videosunu da izlemek, farklı spor dalları hakkında analizler okumak, dünyadan ilginç fotoğraflar görmek, içeriği 'parmağının ucunda' hissetmek istiyor. Hürriyet Tablet uygulaması tam da bu beklenti ve ihtiyacı karşılamaya yönelik hazırlanmış bir uygulama.
Bir haftadır Apple Store’da en çok indirilen uygulamalar arasında 1 numarada yer alan Hürriyet Tablet’te, Manşet, Güncel, Ekonomi, Spor, Kelebek, Seyahat bölümlerinin yanı sıra Cumartesi ve Pazar eklerinin bambaşka yorumları yer alıyor. Günün videosu ve foto galeriler oldukça beğenilirken, HTML5 tabanlı bir uygulama olduğu için reklamverenler için de oldukça cazip.
Tablet bilgisayarların tüm olanaklarını kullanan yeni Hürriyet Tablet uygulaması, App Store ve Android Market’te, ücretsiz.
Bir bumads advertorial içeriğidir.
NASA asteroide insan gönderiyor
"NASA 2021 yılına kadar bir astreoide insan göndermeyi planlıyor."
NASA 2021 yılına kadar bir astreoide insan göndermeyi planlıyor. Herhangi bir resmi duyuru yapılmış olmamasına rağmen Senatör Bill Nelson ve anonim bir Beyaz Saray yetkilisi Amerika'nın uzay planlarıyla ilgili bilgileri basınla paylaştı. 2019 yılına kadar bir astreoidi sonda aracılığı ile yakalayıp Ay'a yaklaştırma planı amaç olarak güdülmüş. Daha sonra Astronotlar 2021 yılına kadar astreoidi keşfetmek üzere yol alacaklar. Bu insanoğlunun 1972'den sonra Dünya yörüngesinden ayrıldığı ilk insanlı uçuş olacak. Mars'a insanlı uçuş için de NASA'nın ilk adımı olarak tasarlanacak.
Orijinal Kaynaktan Çeviri: Tarık ALKAN
Etiketler: Spiritüalizm, Bilim, Kuantum fizik
astreoid,
NASA,
NASA astreoide insan gönderiyor
5 Nisan 2013 Cuma
Musa ve Firavunun Gerçek Hikâyesi
Musa’nın aynı zamanda kardeşi olan Firavun’la mücadelesi, halkını esaretten kurtararak Mısır’dan çıkartması, Mısır ülkesini baştanbaşa sarsan 10 felaket, Kızıldeniz’in yarılması ve sonra geri dönerek Firavun’un ordusunu yutması, kutsal kitaplarda yer alan mucizevî dinsel bir hikâye olup, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta da inanılması farzdır. Ancak, bugünkü bilimsel tarihsel görüş açısından doğrulanabilir mi? Immanuel Velikovsky’nin “Kaos Çağları” (Ages in Chaos) adlı kitabı bu soruya bazı çarpıcı ve dâhiyane çözümler getiriyor. İnanılması güç bazı olaylar hem bilimsel açıklamalar kazanıyor, hem de bölgesel tarihle bütünleşiyor. Günümüzdeki bazı araştırmalar bunları tekrar gündeme getirip, tarihçilerin önceki varsayımlarına meydan okuyarak, inkâr edilemez kanıtlar ortaya çıkarıyor.
Rus Yahudi’si bir ailenin çocuğu olan Immanuel Velikovsky (1895-1979) Moskova Üniversitesi’nde eski tarih ve toplum bilimi ve tıp eğitimi görmüş, daha sonra Viyana’da Freud’un öğrencisi Wilhelm Stekel yanında Psikanaliz eğitimi almıştır. Sonradan, araştırmalarını daha da genişleterek, kozmoloji, astronomi, jeoloji, mitoloji, efsane ve Kutsal Kitaplar’daki metinleri incelemiş ve bunlardan tarihi yeniden yorumlayan tartışmalı eserler çıkarmıştır. Geçmiş çağlarda büyük felaketler yaşandığı Velikovsky’nin en önemli savıdır. Ancak, insanların kötü anılarını bilinçaltına itmesi ve unutulması anlamına gelen “kitlesel amnezi” ile bunların sadece efsanelerde izleri kaldığını iddia etmektedir. Her yerde felaketlerin izleri olduğu halde bunlarla yüzleşmek acı verdiği için, bilim adamları bunları göz ardı ettiler. Günümüzde bu felaketlerin inkâr edilemez izleri bir bir ortaya çıkarılarak, tarih üzerindeki etkileri konusunda spekülasyonlar yapılıyor. Örneğin, son zamanlarda M.Ö. 2300 yılında Irak’ta büyük bir meteor yağmurunun o zamanki uygarlıkların çöküşüne yol açtığı ortaya çıkmıştır. Hemen sonrasında, meydana getirdiği karanlık çağda, Tevrat’a göre İbraniler göç ederek kuraklıktan nasibini almayan Mısır’a yerleşmişti ve zamanla Yusuf’un vezirliğini unutan yeni bir Firavun İsrailoğullarını köleleştirdi.
Tevrat’a göre Musa’nın Mısır’dan Çıkışı M.Ö. 1447 yılında gerçekleşmiştir ve Ramses adı geçtiği için tarihçiler o zamanki firavunun Ramses II olduğunu varsaymışlardır. Ramses II ile ilgili dev eserlerin ortaya çıkışı 19. yüzyılın hayal gücü üzerine büyük etki yaratmıştır. Tarihçiler buna dayanarak Çıkış’ın M.Ö. Ramses (M.Ö. 1279-1213) dönemine denk gelen yıllarında olabileceğini varsaymışlardır, ama bunu kanıtlayabilecek herhangi bir bulgu ortaya çıkmadığı gibi, Tevrat’ın söz ettiği çalkantılı dönemlerin izine de rastlanmamıştır. Ramses sözcüğü Tevrat’ta Yusuf’un döneminde de yer alıyor ve akademisyenler bunun genel bir terim olduğu düşüncesindedirler. Bu yüzden Velikovsky ve Tarihçi David Rohl “Zamanın Kanıtı” (A Testament in Time) ve “Cennet Bahçesinden Sürgüne” (From Eden to Exile) eserlerinde Çıkış firavununun 13’üncü hanedandan Dudimose olduğunu savunmuşlardır. Aslında Musa bir İbrani ismi olmayıp, Mısır dilinde oğul anlamına gelir. Bu isim, genelde firavunlara ve prenslere verilir. Örneğin Tutmoses, Tut (Tanrı Thoth) oğlu, ve Ramose Ra (Tanrı Ra) oğlu, Amenmose (Tanrı Amen) oğlu demektir. Firavun Dudimose’un (veya Tutimaos) en uygun firavun olma gerekçesi eski Mısır tarihçisi Manetho’ye dayanmaktadır. Ona göre Dudimose zamanında “Biz [Mısırlılar] Tanrının gazabına uğradık” ve o dönemdeki büyük felaketin arkeolojik kalıntıları ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Manetho’ya göre Dudimose’tan hemen sonra Mısır zayıf düşmüş ve Hyksoslar hiç karşılık görmeden Mısır’ı zapt edebilmişlerdir.
Tevrat’a göre Firavun, İbrani halkını azat edip ülkeyi terk etmeye izin vermediği için Mısır’ın başına 10 felaket gelmişti. Bunlar: 1) Nil nehrinin kana dönüşmesi; 2) Kurbağa istilası; 3) Sivrisinek istilası; 4) Atsineği istilası; 5) Hayvan ölümleri; 6) Çıban belası; 7) Dolu belası; 8) Çekirge belası; 9) Karanlık Belası; 10) İlk doğan çocukların ölümüdür.
Velikovsky’nin önemli savlarından biri İpuwer papirüse dayanır. Mısır’ın eski hanedan dönemine ait bu papirüs 1828 yılında bulunmuş ve halen Hollanda’nın Leiden Müzesi’nde sergilenmektedir. Akademisyenler bunun bir bilmece veya kehanet olduğunu düşünmüşlerdir, ancak bu papirüs açık bir şekilde Mısır’ın başına gelen felaketler zincirini anlatmaktadır. Nil nehrinin kana dönüşmesi, suların zehirlenmesi, göklerin kararması, hayvanların ölmesi, yangınlar, depremlerle Mısırlıların perişan ve aç bir vaziyete düşmelerini kaydeder. Eğer Velikovsky’nin savı doğruysa, bu sav Mısır tarihinde Tevrat’ta söz edilen olayların Mısır tarihinde izleri bulunmadığı görüşünü çürütür.
Girit yakınlarında, Thera adasında Santorini yanardağının patlamasının yaklaşık olarak o dönemlerde gerçekleştiği düşünülmektedir. Jeologlar M.Ö. 1626 ve M.Ö. 1360 gibi farklı tarihler vermektedir ve Velikovsky’e göre bu sıralarda yanardağlarda zincirleme patlamalar vardı. Santorini adasının patlaması, Girit uygarlığının yok olması gibi, tarihte birçok radikal değişimlere sebep olmuştu. Ortaya çıkan bu patlamanın, 1883 yılında tüm dünyayı sarsan ve 35 bin kişinin ölümüne yol açan Karakatoa yanardağının patlamasından kat kat güçlü olduğu ortaya çıkmıştır ve Vesuvius yanardağının patlaması da aynı zamana rastlar. Santorini yanardağının nükleer bombadan bin kez daha güçlü olduğu hesaplanmıştır. Velikovsky’e göre volkanik Sina dağı da aynı anda patlamıştı. Tevrat’ta, Çıkış’tan hemen sonra İsrailoğulları Sina’ya yürüyüşü “Tanrı önümüzde gündüz bir duman sütunu gibi ve gece bir alev sütunu gibiydi” diye tanımlanır. Volkanik patlamaların gündüz ve gece böyle gözlemlendiği doğrudur.
Son bulgulara göre böyle bir patlamada Mısır karanlığa boğulur, şimşekler ve dolu yağmuru dehşet saçar. Yakın bir zamanda Amerika’da görüldüğü gibi volkanik küller Nil nehrini kırmızıya dönüştürebilir. Nehrin zehirlenmesiyle kurbağalar karaya çıkar, burada ölerek sinek ve pirelerin çoğalmasına neden olur. Bunlardan da hastalıklar yayılır ve çıbanlar çıkar. Böylece birçok canlının ölümü gerçekleşir. Bölgedeki toplu mezarlar bir veba salgınını doğrulamaktadır. Mısır’ı saran karanlığa Santorini ve diğer yanardağlardan yükselen duman bulutlardan meydana getirmiş olabilir. Karakatoa tüm dünyada ısının birkaç derece düşmesiyle birlikte, yıllar süren böyle bir nispi karartma etkisi yapmıştı.
Peki bu durumda, Kızıldeniz’in yarılması nasıl izah edilebilir? Velikovksy’e göre İsrailoğulları daha sığ olan Sazlar denizinden geçmekteyken oluşan bir deprem suların geri çekilmesine sebep olabilir. Büyük yanardağ patlamalarının depremleri tetiklediği bilinmektedir.
Velikovsky’nin kabul edilen Mısır tarih kronolojisinin birkaç yüzyıl ile hatalı olduğu tarihçi David Rohl ve diğer revizyonist Mısır tarihçileri tarafından destek görmektedir. David Rohl kitabında yüzlerce sayfalık kanıt vermektedir. Bunlar, kutsal kitaplardaki olayların tamamen uydurma olduğu, Musa, Davut ve Süleyman gibi Tevrat’ta söz edilen kralların hiçbir zaman yaşamadığını iddia eden bazı tarihçilerin tezlerini çürütmektedir. Velikovsky ve Rohl’a göre bu tarihçiler arkeolojik bulguları yanlış tarihte aramaktadırlar ve birkaç yüzyıl geri bakılırsa tüm kanıtların orada olduğu gözlemlenecektir.
Mısır’dan Çıkış’ın yer aldığı dönemdeki felaketler büyük göçlere de sebep olmuştur denebilir. İsrailoğulları tam bu dönemden sonradır ki Hyksoslar denilen bir kavmin işgaline uğramışlardır. Hem Velikovksy, hem de Rohl’a göre bu kavim Çıkış’tan sonra İsrailoğullarının Mısır yolunda karşılaşıp savaştığı Amalekliler’di. Mısırlıların Amu dedikleri ve ayrıca “Çoban Kralları” olarak da bilinen Hyksoslar, hiç karşılık görmeden Mısır’ı ele geçirdiler. Birkaç yüz yıl sonra işgalden uzak Mısır’ın Güney hanedanı Hyksosları ülkeden kovabilmişti. Arap tarihçilere göre Mekke civarında yaşayan Amalekliler kendi ülkelerinde büyük bir felaket sonrası göç etmişlerdi. Seller bazı kavimleri ortadan kaldırmıştı. Üzerlerine kara dumanlar çökmüş, karıncalar istila etmişti. Manetho’ya göre Dudimose’un döneminden hemen sonra Mısır, doğudan gelen bu gaddar ve acımasız kavim tarafından istila edilmişti. Amalekliler Mısır’da büyük tahribatlarla halkı esir ettiler. Velikovsky’e göre eski ahit Mezmurlar’da geçen “[Tanrı Mısırın üzerine...] Üzerlerine kızgın öfkesini, gazap, hışım, bela ve bir alay kötülük meleği gönderdi” aslında “Üzerlerine kızgın öfkesini, gazap, hışım, bela ve bir alay çoban kralları gönderdi.” Kötülük meleklerinin Mezmurlarda yazılışı malakhei-roim, bu aslında Çoban Kralları, anlamına gelir, doğrusu malakhim-roim olmalı.
Kutsal kitaplar Musa’yı olağanüstü vasıflarla donatır. O dönemde geçen olayların ve doğal felaketlerin arkasında doğal nedenler olması kanımca, bir dönüm noktasında bu felaketleri önceden bilen ve Tanrı’nın gazabı olarak yorumlayan güçlü, bilge bir liderin şanından bir şey eksiltmez. Manetho’nun da Mısır’ın o dönemde Tanrı’nın gazabına uğradığını belirtmesi bunu doğrular.
Velikovsky’nin tezlerini doğru kabul etmek tarihe bakışımızı değiştirmekle kalmaz, bize bu önemli mesajı verir: Dünya tarihinde büyük felaketlerin rolü de büyük olmuştur ve bu olasılık her zaman için geçerliliğini korumaktadır. Velikovksy ve Rohl’un kitapları bu savı öne sürüyor
Etiketler: Spiritüalizm, Bilim, Kuantum fizik
David Rohl,
Hıristiyanlık,
Immanuel Velikovsky,
Kaos Çağları,
Manetho,
Mısır,
Musa ve Firavun,
Müslümanlık,
Ramses,
Yahudilik
Did we land on the moon
Etiketler: Spiritüalizm, Bilim, Kuantum fizik
did we land on the moon
Ay'a ayak bastık mı
Tarih: 20 Temmuz 1969
Tüm dünya nefesini tutmuş, ekran başına kilitlenmişti. Beyazcamda o gün, insanlığın en büyük teknolojik zaferlerinden birisi izleniyordu. Neil Armstrong, Edwin "Buzz" Aldrin ve Michael Collins'ten oluşan Apollo 11 ekibi, 16 Temmuz'da başladıkları yolculuklarının sonuna gelmiş ve Ay'a ulaşmışlardı. Saat 10:56'yı gösterirken, Armstrong ve Aldrin, kendilerini Ay'a indirecek modülden inmeye başlamışlardı ve Ay'a ayak basan ilk insan Neil Armstrong'un şu sözü tarihe yazılacaktı: "Bir insan için küçük, ama insanlık için büyük bir adım." Bu adım aynı zamanda ABD'nin, uzay yarışında Sovyetler'e attığı sağlam bir gol olarak da hatırlanacaktı.
Fox TV, o gece sonradan çok tartışılacak bir program yayınladı; "Komplo Teorisi: Gerçekten Aya İndik mi?" adındaki bu programı, X-Files dizisinin aktörlerinden Mitch Pileggi sunuyordu. Bir saat süren bu yayın, Apollo'nun Ay'a inişinin NASA'nın bir düzmecesi olduğuna inanan insanlarla yapılmış röportajlardan oluşuyordu. Bu kişiler arasında özellikle Bill Kaysing'in iddiaları dikkat çekiciydi ve Kaysing elinde inişin düzmece olduğunu ispatlayacak kanıtlar olduğunu söylüyor ve bu kanıtları kamuoyuna sunuyordu. İddialar, Ay'a iniş filmlerinin Nevada Çölü'nde (tabii ki 51. Bölge'de) çekildiği, çünkü NASA'nın o günkü mevcut teknolojisinin Ay'a gidiş için yeterli olmadığı, fakat Soğuk Savaş baskısı nedeniyle böyle bir düzmece senaryo hazırlandığı yönündeydi.
Aslında Ay'a inişin düzmece olduğu iddialarının dile getirildiği ilk yayın bu değildi elbet.
1994 yılında Andrew Chaikin "A Man on the Moon" adlı kitabında bu iddiaları dile getirmişti. Ardından Uluslararası Dünya'nın Düz Olduğunu Kanıtlama Birliği Başkanı Charles K. Johnson, izlenen tüm bu olayın Hollywood stüdyolarında çekildiğini ve senaryosunun da Arthur C. Clarke tarafından yazıldığını iddia etmişti. Fakat tüm bunlardan da önce 1974'te William Kaysing'in kendi bastırdığı kitabı "We Never Went to the Moon: America's Thirty Billion Dollar Swindle", bu iddiaların ilk kez ortaya atıldığı kaynak olarak gösterilmektedir.
- İnsanoğlu aya inmemiştir,
- NASA ve diğer kuruluşlar, fotoğraflar, video görüntüleri, telsiz konuşmaları, taş örnekleri gibi kanıtlarla oynayarak veya onları maniple ederek kamuyu aldatmaktadır,
- NASA ve diğer kuruluşlar, bu komplolarını halen sürdürmektedirler.
İddialar bu maddelerde sıralanırken, aslında iddia sahiplerinin de kendi aralarında sözbirliği ettiğini söylemek mümkün değil. Nitekim ay komplosu iddiaları da dört ana başlıkta toplanmakta:
- Toptan düzmece: Bu görüşe göre iniş programı baştan aşağı düzmeceydi. Teknoloji, henüz bu yolculuk için yetersizdi ve dünya çevresindeki radyasyon kuşağı, böyle bir seyahati imkansız kılıyordu.
- Belirli bir bölüm düzmece / İniş gerçekleşmedi: Bu iddianın sahibi Bart Sibrel'e göre Apollo 11'in, Ay'ın çevresindeki seyahati ve Ay'a inişi düzmeceydi. Apollo 11, yarı yola kadar gitmiş ve geri dönmüştü.
- İniş gerçekleşti ama… : Dr. Brian O'Leary, NASA'nın inişe dair fotolar ve videolarda bazı oynamalar ve saptırmalar yaptığı, çünkü asıl görev esnasında çekilen resim ve videoların zarar gördüğü veya kaybolduğu hipotezini ileri sürmüştü. Komplo iddiacılarından David Percy, bu iddiayı kesin bir kanıt olarak gösterdi, ama O'Leary, bunun sadece bir hipotez olduğunu tekrarladı.
- İniş gerçekleşti, ama gizlenen şeyler var: William Brian, Ay'a inildiğini fakat astronotların Ay'da anormal şeyler bulduklarını (uzaylılar gibi) ve bu nedenle NASA'nın buluntuları gizlediğini iddia etti. Yine Phillip Lheureux, "Lights on the Moon" isimli kitabında, NASA'nın bulduklarını, diğer uluslardan gizlemek için fotoğraflarda oynama yaptığını iddia etti.
Bu noktada şu soru akla geliyor: Peki ama neden böyle bir düzmece senaryo hazırlanmış olabilir? İddiacılara göre bunun dört temel nedeni var:
- Dikkat dağıtmak: ABD Hükümeti, halkın dikkatini Vietnam Savaşı'ndan çekmek istiyordu. (Bu iddia olayların kronolojik sırasına uymamaktadır.)
- Soğuk Savaş Prestiji: ABD, Sovyetler'e karşı girişilen uzay yarışında, Sovyetler'in Yuri Gagarin başarısından sonra geriye düşmüşlerdi ve öne geçmeleri gerekiyordu.
- Para: NASA, bu proje için 30 milyar dolar almıştı ve karşılığında bir proje sunmaları gerekiyordu.
- Risk: Teknoloji henüz Ay'a iniş için yeterli değildi ve kimse risk almak istemiyordu, ama inilmesi gereken bir Ay da vardı.
Peki bu iddialar kamuoyunu nasıl etkilemişti? 1999'da GALLUP yaptırdığı bir araştırma, Amerikan halkının %6'sının Ay'a gidildiği konusunda şüpheleri olduğu sonucunu ortaya çıkartmıştı. 2001 yılında "Komplo Teorisi: Gerçekten Aya İndik mi?" Fox TV'de yayınlandıktan sonra yapılan araştırmada ise şüphecilerin oranı birden %20'ye fırlamıştı. NASA adına çalışan gazeteci James Oberg'in raporuna göre de, nüfusun %10'unun Ay seyahati ile ilgili şüpheleri mevcut.
Peki iddiacılar, iddialarına kanıt olarak neleri öne sürüyorlar. Şimdi onları ve bu iddialara karşı verilmiş yanıtları inceleyelim:
İddia: Bilgiler kayıp!
Uçuşa dair planlar, çizimler, makinelerin taslakları, kayıt kasetleri, Ay üzerinde yürüyüşün yüksek kalitede kaydı, diğer beş uçuşa dair tüm kayıtlar ve Apollo 11 görevini doğrulayacak kilit belgelerin hepsi kayıp!
1) NASA arşivcisi Dr. David Williams ve Apollo 11 uçuş direktörü Gene Kranz, Apollo 11'in telemetri (uçuşa dair verilerin depolandığı sistem) data kasetlerinin kaybolduğunu doğruladılar. Komplo iddiacıları da, bu açıklamayı iddialarına kanıt olarak gösterdiler ve o kasetlerin hiç var olmadığını söylediler.
2) Komplo iddiacılar, Apollo iniş modülü ve diğer ekipmanların çizim taslaklarının kayıp olduğunu ileri sürüyorlar.
3) Bart Sibrel, NASA'da araştırma yaparken inanılmaz bir kaset bulduğunu ve bu kasetin dünyaya verilen kurgulu yayının 10 saniye öncesinde olanları gösterdiğini ve üç astronotunda sürekli tekrarlar yaptığını söylüyor. Bu kasetin sahtekarlığın kanıtı olduğunu ileri sürüyor.
Bu iddialara yanıtlar:
1) Cosmos Dergisi'ne göre bu kasetler, 1 Kasım 2006'da Avustralya'da Curtin Teknik Üniversitesi'nde bulundular. (Kaynak: http://www.cosmosmagazine.com/node/818)
2) NASA, çizimlerinin kayıp olduğu iddia edilen araçların, Apollo 11 görevinde kullanılmadığını söylüyor.
3) Bu kasette olanlar, astronotların canlı yayın öncesinde yaptıkları yayına hazırlıkları gösteriyor aslında. (Tıpkı bir spikerin canlı yayına çıkmadan yaptığı hazırlıklar gibi.)
İddia: Fotoğraflar ve filmler sahte!
1) Ayda çekilen fotoğrafların görüntü kalitesi "anormal" derecede yüksek.
2) Fotoğraflarda hiç yıldız yok.
3) Resimlerdeki ışığın ve gölgelerin renkleri ve açıları tutarsız.
4) Avustralya'dan Una Ronald takma adlı bir kişi resimlerin birinde bir cola kutusu gördüğünü iddia etti.
5) Bazı fotoğraflarda, -sanki çok yoğun bir ışık kaynağı veya spot varmışçasına- yoğun ışık ihtiva eden bölgeler mevcut.
Bu iddialara yanıtlar:
1) Yanlış. Ayda çekilen düşük kalitede birçok resim var ama NASA aralarından en iyilerini seçip kamuya sundu.
2) Güneş ışığı mevcut olduğu ve kameraların ayarı gündüz çekimine göre ayarlandığı için resimlerde yıldız yok.
3) Bu tutarsızlığın nedenleri: Ay'ın yüzeyinin pürüzlü oluşu, geniş kamera açışının kullanımından oluşan dengesizlik ve Dünya'dan yansıyan ışık.
4) Böyle bir iddia doğrulanmadı. Una Ronald'ın var olduğunu söyleyen sadece tek bir kaynak var.
5) Ay üzerindeki tozlar, ışığı, tıpkı sokak lambalarının veya ıslak çimin yansıttığı gibi yansıtma özelliğine sahip ve resimlerdeki bu yoğun ışık bölgelerini oluşturuyorlar.
İddia: Radyasyon ve ısıya dayanamazlardı!
1)Astronotlar, Van Allen radyasyon kuşağına (Dünya'nın çevresinde yer alan kuşak) ve uzaydaki radyasyona dayanamazlardı.
2) Kameralardaki filmler, radyasyon nedeniyle bozulmuşlardı. (Görüntü sislenmişti.)
3) Ay'ın yüzeyi, gündüz vakti o kadar sıcaktır ki kameradaki filmin eritir.
Bu iddialara yanıtlar:
1) Astronotlar, bu kuşakta 30 dakika kadar kaldılar ve kuşakları bulan Dr. Van Allen bile bu kuşakların söylendiği kadar tehlikeli olmadığını ve radyasyon etkisini minimize edecek teknolojiye sahip olunduğunu söyledi. Keza uzaya giden astronotlarda görülen en temel problem, radyasyondan dolayı gözlerinden katarak oluşumunun ilk evrelerinin görülmesi ki 36 Apollo astronotunun 33'ünde bu oluşuma rastlanmış. Bu da ayrıca Ay'a gidildiğine kanıt olarak gösterilebilir.
2) Filmler, radyoaktif etkiye karşı özel korumalı metal kutularda taşındılar ve söylenildiği gibi bir bozulma gerçekleşmedi.
3) Ay'ın, söylenildiği ısının oluşumuna uygun bir atmosferi yoktur.
İddia: Açıklanamaz mekanik durumlar mevcut!
1) İniş nedeniyle neden krater oluşmadı?
2) Mekiğe dönüş esnasında ay modülünün kalkış roketleri, neden görülebilir bir alev çıkartmadı?
3) Ay'dan getirildiği iddia edilen taşlar, neden Antartika'da bulunan taşlara benziyor?
4) Ay'a dikilen bayrak, Ay'da rüzgar olmamasına rağmen nasıl oluyor da dalgalanıyor?
5) Daha genel teknik bir iddia ise şu: Uzay yarışı esnasında ilkleri hep Ruslar başarmışken, Ay'a nasıl oldu da Amerikalılar gitti.
Bu iddialara yanıtlar:
1) Zaten krater oluşumu beklenmiyordu. İniş motorunun gücü, modül daha çok yukarıda iken iyice düşürülmüştü ve egzozdan krater oluşturacak kadar güçlü bir atım çıkmıyordu.
2) Roketler, özel bir yakıt kullanıyorlardı ve bu yakıtın özelliği, görünebilen bir alev çıkartmamasıydı.
3) Kimyasal analizler, Ay'dan getirilen taşların yapılarının farklı olduğunu ortaya koydu. Yine Apollo'nun Ay'dan getirdiği toprak örnekleri, Rusların elindeki toprak örnekleriyle karşılaştırıldığında, aralarında fark olmadığı görüldü.
4) Evet, Ay'da rüzgar ya da hava yok, ama bayrak dikilirken bir hareket var ve bu hareket nedeniyle de bayrakta o dalgalanma gerçekleşiyor. Zaten bayrağın hareket nedeniyle dalgalanmasının 30 dakika kadar sürdüğü ve sonrasında öylece hareketsiz kaldığını gösteren bir video da mevcut.
5) Ruslar, ilkleri başardılar, ama Amerikalılar ile aralarında teknolojik açıdan büyük bir fark yoktu. Rusların gerçekleştirdiği her ilki, Amerikalılar birkaç hafta veya ay sonra tekrarlıyorlardı. Ay'a yolculuk, ABD'nin, sürekli dibinden takip ettiği Rusları virajda yakalayıp önüne geçişinin göstergesiydi.
Etiketler: Spiritüalizm, Bilim, Kuantum fizik
51. Bölge,
ABD,
Aldrin,
Andrew Chaikin,
Apollo 11,
Ay'a ayak bastık mı,
Bill Kaysing,
Edwin,
Fox TV,
Komplo Teorisi,
Michael Collins,
Mitch Pileggi,
NASA,
Neil Armstrong,
Sovyetler,
Teknoloji
4 Nisan 2013 Perşembe
Dünyanın İlk Kubbeli Yapısı: Stonehenge yazı dizisi
Antik Çağ'ın bilgeliğinin en önemli sembolüdür. Bu yapı, astronomi, astroloji, geometri, meteoroloji ve paganizmle ilişkilendirilmektedir.
İngiltere'deki Salisbury Düzlüğü'nde eskiden dinsel törenler için kullanılan ve Kelt rahiplerinden oluşan bir sınıf olan Druidlere atfedilen büyük taşlardan oluşan bir çember vardır. Druidler'in bu taş çemberini kullanmış olması mümkünse de, başlangıcı İngiliz adalarındaki Neolitik insanlara kadar uzanmaktadır. Keskiyle yontulmuş, düzgünleştirilmiş ve dışarıdan yerel bölgeye taşınmış, dik konumundaki otuz taştan (bunlardan hâlen on yedisi ayaktadır) oluşan ve kavisli hâle getirilerek dik duran taşlarin üzerine yerleştirilen lento(kiriş) taşlarını içeren ve böylelikle çember şeklinde kapı boşlukları oluşturan tek taş çemberdir.
Stonehenge'in çemberi bölen ve yapının girişinden geçen ekseninin yaz dönencesindeki (21 Haziran) gündoğumuna doğru konumlandırılmış olması, buna karşılık, yakındaki İrlanda'da yaklaşık olarak aynı zamanlarda inşa edilen Newgrange anıtının kış dönencesindeki (21 Aralık) gündoğumuna yöneltilmiş olması ilginçtir.
Öte yandan, yapının yapılış amacı son araştırmalarla ortaya konmuştur. Daha önceleri, güneş-uzay gözlemevi, güneş saati veya ufo iniş yeri olabileceği iddia edilen Stonehenge, beş yüz yıl boyunca mezar alanı olarak kullanılmıştı. Günümüzden beş bin yıl öncesinden itibaren mezarlık olarak kullanılan Stonehenge, MÖ 3000 yılında İngiltere’nin en büyük mezarlığıydı. Gökbilimci Sir Fred Hoyle ise işaret taşlarının dış halka etrafında hareket ettirilmesiyle Stonehenge'in tutulmaların önceden tahmin etmek amacıyla kullanılabileceğini ispatlamıştır.
Bu antik yapı, Londra'nın 130 km batısındadır. Yapının bir benzeri Rusya Başkortostan'daki Uçalı Buluntuları'ndadır.
Haberin Devamı
İÖ 4000-3500 arasına tarihlediğimiz Büyük tufan sırasında, Japonya’nın güneyindeki Tokara adaları ve Çin ovasından[1] ayrıldıktan sonra, vardıkları topraklarda kurdukları ve günümüzde bile hâlâ adları değişmemiş olan Tokar[2] (Tokara’lılar- Tusharas- Tukharas- Tocharians- Togarma- Swāñce/Swāñco= Güneş birliği-Güneş Ülkesi)[3] yerleşimleri sırasıyla şöyle: Sudan’ın Kızıldeniz kıyısında “Tokar”; Eritrea’da, Sudan sınırına yakın “Per Tokar”; Anadolu’da Adıyaman yakınında, “Aşağı Tokarız”; Hasan dağı Çatal Höyük yakınlarında, eski adı “Yukarı Tokarız” olan Dikmen. Tokar’lar daha sonra, Japonya’dan Tarım havzasına kadar uzanan eski topraklarına, Hazar denizinin kuzeyinden hareketle, İÖ 2000’lerde ikinci kez varmışlardı. Aynı tarihlerde, Çin’de yukarıda anılan merkezi terk ettikleri anlaşılan diğer bir kolun, Tarım havzası ve Rusya üzerinden, kara yoluyla kuzey batıya yöneldiği anlaşılıyor. Moskova’nın hemen batısında, Avrupa sınırı yakınındaki Tokar yerleşimi, onların kuzey-batıya doğru olan birbirinden ayrı, ikinci göç yoluna işaret ediyor. Her iki kol hareket yönlerine göre, harita üzerinde birbirlerine ters olacak şekilde, hilal biçimli birer iz bırakmış. Bu biçemin, Antik Türkçeden Latinceye “Torque-Torc”[4] şeklinde geçtiği anlaşılıyor. “Torch”un “meşale” şeklindeki anlamının, Chou Adamı’nın (Homo erectus pekinensis-Prometheus) büyük keşfinden sonra, Moğol ve Türklerde kutsal sayılan ateşten türeyen bir kelime olduğundan kuşku yok.[5] Doğal olarak, aynı günümüzdeki yabancı dillere olan hayranlığımız gibi, bu dilleri bilenlerin ayrıcalıklı tutulduğuna benzer şekilde Arapça ve Farsçaya olan tanımsız düşkünlüğümüz, kökenimize işaret eden ana dilimizi kaybetmemize neden olmuş.
Yeryüzünün çeşitli bölgelerine dağılmış belgeler, Tokar’ların yayılım alanlarının genişliğine işaret ediyor. İngiltere’nin güney batısında, Plymouth’un kuzeydoğu sahil şeridinde, adı Torquay (= Türkay, ya da ipeğe benzer beyaz tenleri nedeniyle “ipeğimsi ay”, ay şeklinde gerdanlık)[6] olan kentin, Stonehenge’e olan yakınlığı dikkat çekicidir. Fransa’nın Calais kentiyle Britanya adası arasında, Manş denizinin en dar yeri yakınındaki Londra-Plymouth kentleri uzantısı üzerinde bulunan Salisbury’deki kalıntılar, buraya varan göçmenlerin, adanın batı ucunun keşfi yolundaki hareketlerini gösterir bir çizgi oluşturmaktadır.
İrlanda’da Antik Türkçe kökenli oldukları açık olan pek çok isim, Tokar’ların İngiltere’de de kalmadıklarını, oradan İrlanda’ya geçerek, büyük olasılıkla İzlanda ve Grönland üzerinden Kuzey Amerika’ya ulaştıklarını gösteriyor. Buna ait verileri, Kuzey-Doğu Amerika’da, Mişigan gölünün güneydoğusunda, adı hâlâ daha “Torch” olan gölde bulmamız mümkün. Yeryüzünde, bu zamana kadar adları değiştirilmiş olabilecek pek çok kent ya da yöre dışında, tespit edebildiğimiz isimler şunlar:
Mısır tanrısı Djehuti’ye göre Khemmu toprakları ve onun savını doğrulayan Aithiopia, Anadolu ve Moskova’nın batı yakınındaki Tokara kentleri: A= Japonya’nın güneybatı yakınında Lemuria (MU) adalarından bir gurubu oluşturan Tokara adalarıyla MU kıtasının sembolü gamalı haç; B= Günümüzde, Sudan’ın Kızıldeniz kıyısındaki “Tokar” kenti; C= Eritrea’da, Sudan sınırına yakın “Per Tokar” kenti; D= Anadolu’da Adıyaman yakınında, “Aşağı Tokarız” Köyü; E= Hasan dağında, Çatal Höyük yakınlarında, eski adı “Yukarı Tokarız” olan Dikmen Köyü; F= Moskova’nın batı yakınında “Tokar” Köyü; G= Afganistan’da, Kem’e yakın Takhar idari bölgesi; H= Tokar’ların Çin’de Lianyungang ve Tokara adaları civarından, Büyük tufan sırasında, yaklaşık İÖ 4000-3500 yıllarındaki çıkışından sonra, Etiyopya (Aithiopia), Mısır (Aigyptos), Mezopotamya, Anadolu, Hazar denizinin kuzeyinde Kafkaslar’dan doğuya dönerek, yaklaşık İÖ 2000’lerde tekrar varmayı başardıkları ana yurtları Kem (Khem). Tokar’lar bu topraklarda, tufan sırasında kurtulup Ergenekon’da[7] kalan (Ordos’tan Si Kiang nehrine kadar olan topraklar) ve İÖ 1000 yıllarında güçlenen Chou Türkleri’nin batıya göç eden bir koluyla, yaklaşık aynı yıllarda karşılaşmış ve tekrar kaynaşmışlardı.
Avrupa: Leipzig’in doğu, Berlin’in güneyinde “Torqau” kenti; İspanya’da, Valladolid’in kuzeyinde, Palencia kentinin doğusunda “Torquemada”; Finlandiya’da, Helsinki’nin kuzeybatısında “Turku Abo”.
İrlanda: Baile Atha Cliath/Dublin= Atalardan kendilerine emanet edilen şehri alıcı olarak sahiplenen müşteri. Emanetçi, anlamında;[8] İnishturk= Türk inişi. Türk uçurumu; Aran adası; İnish maan; İnish more; İnisheer; İnishbofin.[9]
Kanada: Hudson körfezinin güneybatısında, Cedar gölünün batısında “Torch” nehri.
Orta Arjantin: Bahai Blanca’nın kuzeyinde “Torquist”.
Batı Hint adaları: Turk adaları (Turks and Caicos Islands kapsamında).
Batı Avustralya: Joseph Bonaporte körfezinin güneyinde, Argyle gölünün güney batısında “Turkey Creek=Türk çayı, ya da deresi”.
Afrika: Zimbabve’de, Bulawayo’nun kuzeybatısında “Turk Mine”; Elgon dağlarından, Kenya ve Uganda sınırından Turkana gölüne (Türk ana ?. Rudolf gölü olarak değiştirilmiş) akan “Turkwel (Türk kuyusu-çeşmesi-membaı-kaynak ya da pınarı) ırmağı ve Turkana gölü;
Borneo: Adanın doğusunda, Molük deniziyle Selebes denizinin kuzeyinde “Sulu denizi”, “Sulu adaları”; Selebes ve güneyindeki Tenger (Tenggara)[10] adlı bölge ve adalar; Aynı adanın Malezya bölgesinde “Oya” kenti.
Hokkaido adası: Adadaki Kushiro’nun batısında “Aklan”; Yubari’nin güneyinde “MU” nehri; güneydoğuda, Büyük Okyanus kıyısında “Şamani= Samani” yerleşkesi; Sapparo’nun güneybatısında “Kuşan= Kutchan”.dır.
Inishturk’te,[11] tahrip edilmeden önce, üzerinde Rapa Nui adasındaki Rano Raraku tepesinde, bir kaya üzerinde bulunan sakal ve pos (pala) bıyıklı figürler ve Tiahuanaco’dakiyle aynı biçimde tasvir edildiği görüntüsü veren dikili taş. Bıyık, olasılıkla çene altında bırakılan sakalla birleşikti.[12]
Inishturk: (irishislands.info/turk.html - 39k).
Tokar’ların ulaştığı bölgelerden bir diğeri, İngiltere’nin güneyindeki Salisbury ve civarındaki çok geniş alanlardı. Salisbury ve Amesbury yakınında Stonehenge’deki kutsal yapıda, güneşin hareketleri izleniyordu. Ancak buraya ulaşan ilk göçmenlerin (en erken İÖ 3500-3000), Uzak Doğu’dan Rusya yoluyla vardıkları anlaşılıyor. Bu ikinci göç dalgasının Mısır (Aigyptos) kaynaklı olmadığını, İngiltere’de piramidal yapıların mevcut olmamasından anlıyoruz. Stonehenge’liler, şayet Mısır kaynaklı olsalardı, buradaki piramitlerin varlığını, günümüze kadar mutlaka keşfetmemiz gerekirdi.
Güneş ışığı, aynı yurt’larda (ker-ger-tepee) olduğu gibi, Stonehenge’de de, okulus’un[13] toprak tabanında döngüsel bir iz bırakmış olmalıdır. Burada oluşturulan merkezi taş sıralarının arasından geçen gün doğumunun ilk ışınları, batıya yerleştirilmiş küçük boyuttaki tek bir taş üzerinde toplandığında, ilkbahar ve sonbahar (kış) ekinoksları saptanıyordu. Bu ışık doğal olarak, ekin ve hasat zamanlarının saptanması bağlamında kutsal sayılmıştı. Dolayısıyla, ışığın taşın üzerine yansıması sırasında, neredeyse bir nokta şeklindeki güçlü görünümünü sağlayabilecek şekilde, okulus’un çevresinde, üstü kapalı bir mekanın oluşturulmuş olması, akla oldukça yakın gelmektedir.
Bolivya Tiahuanaco’da bulunan bir dikilitaş üzerinde, Rapa Nui adası ve Inishturk’tekilere benzer, pos bıyıklı erkek betimlemesi.
The Official Graham Hancock Website: Feature Articles
(www.grahamhancock.com/features/maat_methods-p2.htm - 34k).
Benzer bir yapı Brezilya’da, Macapa’ya 390 km uzaklıktaki Calçoene’de keşfedilmiş. “Brezilya Stonehenge”i (Calçoene), 127 granit dikilitaştan oluşturulmuş. En uzunu 3 m yüksekliğindeki taşlar, tıpkı Stonehenge’deki gibi, iç içe çemberler oluşturacak şekilde planlanmış. Yaklaşık İÖ 3000-1600 yılları arasına tarihlendiriliyor.[14]
Stonehenge’deki Mavi Kayalar’ın (Blue rocks) el baltaları, kazıyıcı, kesici ya da delici gibi Neolitik aletlerle biçimlendirilmedikleri ortada. Büyük parçalar koparılarak şekillendirilmiş çekirdekler, metal keski ve kazıyıcıların kullanıldığına işaret ediyor. Bu nedenle yapı, büyük olasılıkla Kalkolitik (Bronz) çağında inşa edilmiş olmalıdır.
Rapa Nui adasında (Easter island) Rano Raraku tepesindeki kayalarda, pos bıyık ve sakallı iki figür, korkudan birbirlerine sarılmışlar. Baş hizalarında, solda görülen spiral volüt, Uzak Doğu’daki volkanik püskürükleri ifade ediyor.[15] Henüz bitmemiş kabartma eser, kaldırılıp yerine dikilememiş.
(www.crystalinks.com/easterisland.html-25k).
Richard Colt Hoare 1807’de, İngiltere Maiden Bradley’de Bronz çağına ait, çok miktarda tepe (Tümülüs) açmış. Bu çalışmalar sırasında bulunan etraftaki pek çok mezar, bir tepe oluşturacak şekilde, küçük ve yuvarlak biçimli tümülüs’lerden oluşuyordu. Ortaya çıkarılan eserler, Devizes’te, Wiltshire Heritage Müzesinde gösterime sunulmuş. Maiden Bradley, Bristol’ün hemen güneydoğu yakınında. Bristol-Salisbury arasında orta bir yerde. Yani, Stonehenge’e çok yakın. Bu çerçevede, Stonehenge’i yaratan bölge sakinlerinin, yukarıda savladığımız gibi Bronz çağı insanları olduğu açıklık kazanmaktadır.[16]
İrlanda’da, Country Meath’taki megalitik Newgrande Tümülüsü, Mısır’daki piramitlerden önceye tarihlenmiş. Yapının ilginç yanı, kış gündönümünde, kutsal cairn’in[17] içindeki küçük odaya, küçük bir delik vasıtasıyla ve üç gün süreyle, ince bir güneş huzmesinin on yedi saniye süresince nüfuz etmesi. Bu ışık, odanın içinde üç spiralden (έλικας/έλιξ, helix) oluşan birkaç inç’lik[18] sembolün üzerine düşüyor.[19]
Quetzalcoatl. Antik Meksika’da “Göksel-Kutsal ikiz” olarak da bilinen Tüylü Yılan tanrısı. İki elinde, Asya’da Kem bölgesinin (Khem-Tarım havzası) sembolleri olan, üst kısımları yılan ve alt kısımları akbaba başı şeklindeki varlıkları tutuyor. Gorgo şeklinde gösterilmiş başının tepe ortasında, taçlı bir başka Gorgo başı işlenmiş. Çene altı da dahil olmak üzere, yüzünün etrafı hayat Ağacı motifleri ve ölen hayvanlara ait Hayat Ağaçları’yla çevrelenmiş. Sağ elinde tuttuğu Akbaba ve yılan sembolü (Kem’in batısı) sağlam durumda. Ancak sol elinde tuttuğu yılan motifi iki parçaya ayrılmış. Yani doğudaki tektonik felaketi anlatıyor. Göğsünde, Kem göz başlı akbaba motifi, altta sola bakan akbaba ve sola bakan yılan motifli bir kürsünün üstüne yerleştirilmiş durumda. Bunun hemen altındaki kemerin her iki yanında, büyük olasılıkla Kem’in sembollerini tutan Quetzalcoatl’ın kollarını havada tutmalarına yardımcı olan Şamanist inançlarını yaşatan Şaman figürleri olabilir. Kemerin altında, etek ucuna yakın yerdeki insan başları, güleç yüzleriyle felaketten önceki mutlu Kem insanlarını (Kem er’leri-Kem erkekleri) tasvir ediyor olmalıdır;[20]
İnka’larda, Quetzalcoatl’a eş tutulan tanrı Viracocha (Bize göre, İnka’ların Nuh’u).[21] Tanrı sağ elinde Gorgo başlı bir totem, sol elinde, her iki yana bakan hayvanlardan Kem’in batısını koruyan Keşiş akbaba(Mısır’daki adı Nekhbet) ve doğusunu koruyan yılan oxus (Naja naja oxiana-Mısır’da Wadjet) sembolleriyle birlikte betimlenmiş. Bunlar, birer kılıfın içinde özenle saklanıyor. Gözlerinin altında, çenesine kadar uzanan kent sembolleri, ayrılmak zorunda kaldığı, gözünde tüten Kem’deki sekiz kutsal şehir için ağladığını gösterir gözyaşlarıdır;
Orta Asya Türk balbal’larıyla çok yakın benzerlik gösteren İnka tanrısı Tiahuanacu’nun Peru-Bolivya bölgesinde bulunan monolit heykeli. Inishturk ve Rapa Nui adasındaki üzeri kabartmalı dikilitaşlarla karşılaştırınız. Heykelin alt bölümünde iki bantla (kemer) sınırlı alan, Erg nehrini (Akheron) temsil ediyor. Nehrin içinde iki tüylü kotuz (Yak öküzü= Gorgo) başı ve nehirde ölen insanlar tasvir edilmiş.
Tanrı Viracocha’nın kemerinden iki ayrıntı.
Viracocha’nın kemeri (Kem er’leri, Kem erkekleri, Kem halkı):
Kemerin tümünde, kare biçimli sembollerden en soldaki daha belirgin şekilde görülüyor. Etrafı surla çevrili kentin içinde bir takım yapılar tasvir edilmiş. Kentlerin arası, dikey durumda, üst üste dörder kare sembollerle sınırlandırılmış. Her iki ayraçta toplam sekiz kutsal kent [“Khnum Khemenu”, yani “Sekiz kutsal kent” (aynı zamanda “per-Djehuty-Thoth’un evi-house of Thoth” olarak da adlandırılıyor)][22] tasviri yer alıyor. Yanlarda devam eden aynı şekildeki diğer ayraçlarda, bölgenin diğer kentleri anlatılmak istenmiş.
A= Kemerin tam ortasındaki kent sembolünün iki yanında, Mısır figürlerini andırır, olasılıkla çıplak iki şahıs diz çökmüş, karşılıklı oturur durumda; dizleri üzerine yerleştirdikleri elleri, kent betimlemesinin altına destek olacak şekilde gösterilmiş. Yani bu figürler, kent halkını temsil ediyor. Kemerin üstünde, olasılıkla sandalyelerde oturan önemli şahsiyetlerden ikisi, sağda bir taht (?) üzerinde oturmakta olan şahsa doğru, sağa bakar durumda. En sağdaki yüksek yönetici, ya da bir tanrı fügürü. Bu şahıs sola, yani diğer iki figüre doğru bakmakta. En soldaki şahıs, kent halkını temsil eden soldaki çıplak figüre (ya da hemen karşısındaki üst üste dört kent betimlemesine) doğru eğilmiş, yöneticiler arasında konuşulanları (çok önemli bir olay. Nuh tufanı ?) kent halklarına iletiyor. Sağ alttaki çıplak kent halkı figürünün yüzü, sağdaki üst üste dört kent betimlemesi, ya da sağındaki diğer halk temsilcisine dönük. Yani, yukarıdaki habercinin anlattıklarını diğer kent halklarına iletiyor.
B= Solda yer alan tasvir, neredeyse ortadakiyle aynı. Yalnız, burada yine solda gösterilmiş haberci, ortadaki haberciye göre daha dik duruyor. Sol eli ağız hizasında. Yani, yöneticilerden çıkan haber ya da kararları, daha uzaktaki kentlere bağırarak ulaştırıyor.
C= Sağdaki tasvir de, bazı ayrıcalıklar dışında ortadakine benziyor. Burada haberciyi göremiyoruz. Burası, olasılıkla deniz kıyısına en yakın kent ve buradan sonra haber verilecek kent yok. Sol altta, kent halkını temsil eden çıplak figürün yüzü, sol taraftaki halk temsilcisine dönük Ondan haber alıyor. Burası, son kararların alındığı başkent olabilir.
D= Kemerin altındaki Quetzalcoatl’ın pantolonu üzerinde de kare semboller var. Bunlar, orta kısımlarında, olasılıkla şehirlerin amblemlerini içeren, etrafları surlarla çevrili kent motifleri. Bu motiflerin, heykelin yan ve arka kısımlarında devam edip etmediğini bilemiyoruz. Ancak, cepheden görülen bölümlerinde, soldan sağa doğru tek sıra halindeki betimlemelerin, her sırada, alttaki pantolon ayrımına karşın sekiz sayısını (Per Djehuti) bozmayacak şekilde ve sanatçıyı zorlayarak yerleştirilmiş olması dikkat çekicidir. Eser bu haliyle, Mısırla olan kültür birliğini, dolayısıyla Uzak Doğu’daki Kem (Khem)-MU kültüründeki ana kaynağı işaret ediyor.
İrlanda’da, Newgrande megalitik tümülüsü. Ön tarafta, üzerleri spiral motifli taşlar.
Tümülüsün içine, kapı önüne yerleştirilmiş, üzerlerinde pek çok spiral motifler olan taşların arasından geçilerek giriliyor. Yani Antik Newgrande sakinleri, üç spiralle (birbirine yakın üç yanardağ) ifade ettikleri topraklarına, yine pek çok yanardağ tasvirlerini betimleyen spiral motifli taşların (eski topraklardaki volkanlar) arasından geçilerek ulaşıldığını anlatmak istemişler. Spiral, ya da iç içe dairesel motiflerle betimlenmiş dendritileri, Sibirya, Japonya, Pasifik adaları, Kore, Moğolistan ve Çin’de Lianyungang; Orta Asya, Rusya; Afrika ve Avrupa’da Almanya, İtalya ve Fransa’dan İngiltere’ye kadar görebiliyoruz. Uzak Doğu’da ilk kez Geç Paleolitik dönemde başlayan örnekleri, Avrupa’da Neolitik-Kalkolitik dönemlerden itibaren görmemiz ilgi çekicidir.[23] Üç spiral sembolü, gün dönümlerinin saptanması yanında, Avrupa’da yaşadıkları toprakları güneş tanrının (Helios) ışıklarıyla koruması, başlarına bir daha böyle bir felaketin gelmemesi anlamındaki dualarından başka bir şeyi ifade etmiyor. Diğer yanda, odanın haç (svastika- güneş çarkı) biçimindeki planı oldukça dikkat çekicidir. Yapı, yaklaşık olarak İÖ 2000’e tarihlenmiş.[24]
Yukarıdaki tüm tespitlere göre, Stonehenge ve Newgrande tümülüsü ya da benzeri yapılar, ekin ve hasat zamanlarının tespiti ve bu ayların bereketli geçmesi amacıyla inşa edilmişler. Yapılarda saptanan güneş ışınlarının durumuna göre, bahar ya da kış şenlikleri yapılıyordu.[25] Bu bağlamda, ay ışığının geliş açılarına göre, bir takım ayrıntı hesaplamaların da yapılmış olması olasıdır.
Afrika’da, iç içe dairesel halkalarla spirallerden oluşan ve volkanların betimlendiği dendriti (petroglif) örnekleri Newgrande’de küçük oda içinde, güneş ışığının vurduğu üç spiral.
Stonehenge’in, ilkel de olsa, okulus’lu kubbeye sahip, ayakta kalabilmiş, dünyanın en erken örneklerinden biri olduğu açık.[26] Yani felsefe ve inanç yönünden, Bergama Zeus sunağı, Didyma Apollon mabedi, Roma’da Pantheon, İstanbul’da Zeus Hippios tapınağı, ya da Hagia Sophia kilisesiyle (Ayasofya Camii-ilk inşaatındaki menoeides’li plan) aynı kökenden gelen, ilkel, ama tarihin en erken güneş ve ışık tapınaklarından biri olduğu ortada.
Bir yurt’un yapısındaki üçgen-kubbe ilişkisi Küre ve tam kubbe’de, üçgenlerle kubbe arasındaki bağlantı.
Yurt tipi yapılarda Gökkubbe’yi yansıtan mimarinin, gelişmiş örneğini ortaya koyan Hagia Sophia’daki kubbe hakkında, üçgen, kemer [khelai (= akra-pars summa)][27] ve kubbe arasındaki ilişkiler üzerinde, Procopius’un (500-565) daha 6. yüzyılda ileri sürdüğü görüşlerine hayran kalmamak olanaksız.[28] Bu ilişkilerin, yurt tipi yapılar yanında, Eskimo’ların (İnuit’ler) “igloo= iglu” tipi evlerine de hakim unsur oluşturduğu kuşkusuz. Ancak, yurt’ların tepe noktasında bulunan ve tono (= okulus) denilen baca, ya da hava deliklerinin, igloo’larda biraz daha yan tarafta olduğunu görüyoruz.
Stonehenge’de ele geçen ve bilim adamlarınca nazarlık ya da tılsım (amulet) olarak tanımlanan altın eser. Bize göre eser, bir piramidi (X’ian Büyük Beyaz Piramidi= Adem’in piramidi ?)[29] betimliyor. Merdiveni andıran ve her biri dörder basamaktan oluşan dördüncü sıradaki çizginin etrafı, aynı (b)’de gösterilen eserdeki gibi üçgen dağ, ya da piramit motifleriyle çevrilmiş.[30] Her iki yanda, eserin aplike olarak kullanılmış olduğunu gösteren küçük delikler ilgi çekicidir. Kendi payımıza, biz bu eserin Stonehenge’in ortasındaki küçük taşın üzerine düşen güneş ışınlarını, bir şekilde parlayarak yansıttığını düşünüyoruz. Eserdeki ince işçilik, Stonehenge’lilerin maden işçiliğinde gösterdikleri hünerin bir göstergesidir;
Püskürük madenden (mineral jet) yapılmış ikinci obje, olasılıkla İngiltere’ye varmış Doğu’lu göçmenlerin, Uzak Doğu’dan beraberlerinde getirdikleri, oranın volkanik püskürüklerden yapılmış bir eser, yani hatıra olabilir. Bu taş İngiltere’ye yabancı. Üzeri Antik aynalar kadar parlak olan eserin, benzer amaçlar için kullanıldığı açık. Olasılıkla, altın eserdeki açısal hesaplamalarla ayarlanmış gün ışığı, gölge bir yere konmuş bu eser üzerine yansıtılmış olabilir. Her iki yandaki ikişer delik, eserin bir yere aplike edilmiş olduğuna işaret ediyor. Aplike işlemi taşla yapılamayacağından, olasılıkla bakır, ya da bronz çiviler kullanılmış olmalıdır. Üzerine işlenmiş olan ortada Stonehenge, etrafında dağ sembolleri ve en dıştaki çerçeveyle birlikte, tıpkı Stonehenge’deki taş sıraları sayısını veriyor. Yani yapıdaki dördüncü taş sırası, Uzak Doğu’da yaşadıkları bölgeyi çevreleyen dağ sıralarını gösteriyor olabilir.
Günümüzde, modern mimarinin eriştiği yüksek teknolojideki uygulamalarda, üçgen ve kubbe arasındaki ilişkilerin yapısal kuramlarını ortaya koyan planlarla, yurtlardaki tholos tipi yapı mimarisi üzerindeki arayışların sürdürülüyor olması, ilgi çekicidir.
Benzeri mimarilerin, bölgenin tektonik yapısından dolayı oluşan depremler nedeniyle, oldukça zarar gördüğü anlaşılan kalıntılarına, Uzak Doğu’da rastlanıyor. Japonya Kumamoto Üniversitesi’nden Prof. Masayuki Komoto’nun bir konferansından elde ettiğimiz bilgilere göre, bu ülkede saptanan Oyu-nonakado, Kamishiraiwa, Kiusu, Teraji, Okushibetsu Çember taşları yanında, Hokkaido adasında da 20’yi aşkın Çember taşlar bulunmuş.[31]Dolayısıyla, bunların kökenlerinin, en geç Hongshan, Yangshao ve çevre neolitik, Kalkolitik kültürleri (İÖ 5000-2500 arası) olduğu anlaşılıyor.[32] Benzer mimarileri İngiltere, Kuzey Amesbury Wiltshire’da Woodhenge ve Kuzey Amerika İllions’ta Cahokia tepesindeki Kereste ormanı’nda (Timber circle) görmemiz mümkün.
Asya’da kutsal daire ve yönlerle ilgili olarak, yurt’lardaki en önemli yerin kuzey taraf olduğunu, en değerli eşyaların buraya konduğunu biliyoruz. Bu bağlamda, Stonehenge’in kuzey tarafında, bu özelliği belirleyecek bir taş dizisi ve bunların arasında bir sunu, ya da adak taşı yer almış olabilir. Olasılıkla buraya ekin, hasat ya da bereket tanrıçalarıyla ilgili figürinler konuyordu. Genelde, yapının İÖ 3100-2200 arasında, üçüncü döneminin 5 bölüme ayrıldığı ve üç ayrı evrede tamamlandığı ileri sürülüyor. Yapı, yaklaşık olarak Erken Mısır piramitleriyle aynı döneme, yani Geç Neolitik-Orta Bronz çağ arasına tarihlendirilmiş. Bu tarihleme, Nuh tufanı sonrasında, Uzak Doğu’dan Avrupa ve oradan da Britanya adasına yapılan göçlere işaret etmesi bakımından doğrulanıyor. Ancak, bu tip yapıların Neolitik çağdaki varlığı göz önüne alındığında, Çember taşların olasılıkla Neolitik’ten Kalkolitik’e geçiş, ya da tam olarak Kalkolitik çağ başlangıcında, yurt’ların en gelişmiş örneğini ortaya koyduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla tipolojik olarak, Asya’daki yurt’ların aynı plandaki tapınak mimarilerine kaynak oluşturduğu ortadadır.
Stonehenge’in inşa tarihiyle ilgili yukarıdaki saptama, yaklaşık olarak doğru olmalı. Zira, Asya’da Hongshan merkezli Kalkolitik çağ (İÖ 4000- 2500) ardılı Büyük tufan sonrası göçler, Stonehenge’deki yapının kökenine de işaret ediyor. Anlaşıldığına göre bu uzun yolculuk, yaklaşık 400-900 yıl arası sürmüş. Dolayısıyla, yukarıda altından yapılmış bir örneğini görmemize karşın, Mısır’da Asya kökenli kerpiç ya da taş piramitleri burada göremeyişimiz, bu göçlerin Mısır kaynaklı olmadığının açık göstergesidir.
Stonehenge’i oluşturan dikilitaşların, genel plandaki yerleri.
Avrupa’da, adı İsveç dilinde Björneborg olan Turku Pori (İsveççe “Abo”) liman kenti, Botten körfezi kıyısındadır ve ilin merkezidir.[33] Moğolistan’da ilk sistemli arkeolojik kazılar, 1927-1935 yılları arasında Sven Hedin (1865-1952) başkanlığında bir Çin-İsveç heyeti tarafından yapılmıştı. Aynı dönemde, 1922-1930 yılları arasında Amerikalı Roy Champman Andrews (1884-1960) yönetimindeki bir kazı heyeti de İç Moğolistan’da bazı araştırmalara girişmiş.[34] Her iki araştırmanın, Türkiye’nin Çanakkale ve İstiklâl savaşı sonrasına denk gelmesi hakkındaki yorumu, okuyucuya bırakıyoruz. Ancak, “Turku” kenti sahiplerinin 1923 sonrasında, bölgedeki kazılarının amacı açık. Çağdaş Vikingler, bu adın nereden geldiğini ve kökenlerini merak etmiş olabilirler.
İç Moğolistan ve Kuzey Kore yakınlarında, Hongshan kültürüyle (İÖ 5000, 4700- 2500) yaklaşık aynı zamana tarihlenen çok miktardaki Çember taşlar (Stone circle) bulunmuş. Japon bilim adamı Komoto da Çin’deki bu bilgileri doğruluyor.
Wiltshire’daki Çember ormanından görünüm.
Woodhenge - Wiltshire - Reviews of Woodhenge - TripAdvisor: (Wiltshire_England.html - 65k).
Diğer yanda, Bahamalar’ın güneydoğu ucundaki “Turks and Caicos Islands= Türkler ve Kayıklar” adaları, İngiliz adalar grubuna giriyor. Türkler, tarihin bilinen çağlarında, hiçbir zaman bu adaları işgal ya da iskân etmemişlerdi.[35] Piri Reis’in (1465, 1470-1554) haritasında da yer alan adanın bulunduğu yerde kayık (= caicos) resimleri görülüyor.[36] Rivayete göre burası, Cristoforo Colombo’dan 25 yıl önce Türkler tarafından keşfedilmiş. Bunun gerçek bir rivayet olduğu ortada. Zira böyle olmuş olsaydı, Osmanlıların buradan daha da ötelere gidip, bölgede mimari bir iz, yazıtlı bir taş ya da mezar bırakmamaları olanaksız olurdu. Osmanlı arşivlerinde buna dair bir kaydın olmaması, rivayetin gerçek olmadığının açık kanıtı. Yukarıdaki bilgiye göre, Türklerin adayı ele geçirmeleri, yaklaşık 1468 yılları olmalıdır.
Kuzey Amerika İllions’ta Cahokia tepesinde 48 sedir ağacının dikimiyle gerçekleştirilmiş çember alan yaklaşık 125 m çapındadır (410 feet). Resimde, Kereste ormanı (Woodhenge-Timber Circle)ve yakınındaki iki piramidal yapı.
North America's Hidden Treasure Ruins of a thriving Prehistoric…:
Ünlü kaptanımızın yaşam süresi, Fatih Sultan Mehmed (1444-1446; 1451-1481) ve sonra yerine geçen II. Bayezid (1481-1512) dönemine rastlar. Hesaplayacak olursak, 1468 yılında Piri Reis henüz üç yaşındadır. Ayrıca bu dönemde, II. Bayezid’le kardeşi Şehzade Cem arasında, taht paylaşımı nedeniyle anlaşmazlıklar vardı ve saray kargaşa içindeydi. Padişahın bu olay dışında, donanmasını İtalya’dan öteye taşımadığı, bilinen bir gerçektir. Bu nedenle, yukarıda ileri sürülen savın olası dışı olduğu ortadadır.
Adalıların vazgeçemedikleri armalarında yer alan ve kaktüs olduğu söylenen sembole verilen anlam, tamamen yanıltıcıdır. Kaktüsün üzerindeki nesnenin Osmanlı fesi olduğu yolundaki benzetme ise tümden yanlış. Armanın en altında yer alan bu sembol, Dionysos’un thyrsos’udur. Sembolün, geç dönemdeki Osmanlılara maledilerek, Maya, Aztek ve İnka’ların kökeninde yatan “Asya” olgusundaki gerçekleri saklama, açıkça bilimsel bir yanlışlık ve çarpıtmadır. Avrupalılar, “Türk ve kayık” adalarına ulaştıklarında, bu adaların yerlileri Kızılderili, Maya, Aztek ve İnkalar gibi, kaynağı Uzak Doğu ve yakınındaki Endonezya-Japonya arasındaki adalar zincirine dayanan, yani ataları Uzak Doğulu olan topluluklardı. Dolayısıyla adanın taşıdığı isim ve fes olduğu savlanan thyrsos, açıkça Asya kökenine dayalı Mezoamerikan kültürleri kaynaklıdır.[37]
İngiltere’de, Stonehenge’in bulunduğu Saslisbury kentinin yeri ve yapımında kullanılan Mavi Kayalar’ın getirildiği savlanan Presili Kayaları mevkiinden, Salisbury’e uzanan yol haritası.
Türk ve Kayıklar adalarının bayrağındaki arma. Alttaki sembol, kaktüs üzerine yerleştirilmiş Osmanlı fesi olarak nitelendirilmiş. Aslında bu sembol, Maya ve Aztek’lerin kâh ellerinde taşıdıkları, kâh başlıklarına taktıkları thyrsos’lardır. Sağ üstteki mürekkep balığını, Narmer (Aha Menes, İÖ 3100-3050) paletinde, kralın (NARMR) şeklindeki kartuşu olarak değerlendirilen mürekkep balığı (cuttlefish) betinlemesiyle karşılaştırınız.
Turks ve Caicos Adaları-Vikipedi:
(tr.wikipedia.org/wiki/Turksve_Caicos_Adaları-52k).
Yazarların yukarıdaki iddialarını ciddiye alacak olursak, Osmanlıların, yukarıda adlarını saydığımız Avrupa, İngiltere, Kanada ve dünyanın diğer yerlerindeki Türkçe adlı kent ya da bölgeleri de ele geçirmiş olmaları gerekir. Oysa, Osmanlı İmparatorluğu’nun, en güçlü olduğu Kanuni Sultan Süleyman (1495-1566) döneminde bile, 1529’daki Viyana kuşatması sırası ya da sonrasında, buradan daha öteye geçemediği, denizlerde de Cebelitarık boğazını aşmadığı biliniyor.
A = Bayraktaki sembollerden sol üstte yer alan amblem: 1. Bu sembol, büyük olasılıkla adaya yerleşenlerin geldikleri bölgeye işaret etmekte ve jeolojik çöküntüler öncesinde Akheron’un konumunu göstermektedir. 2. Sembolü, Uzak Doğu’da Çin ovasıyla karşılaştırdığımızda şunları tespit etmemiz mümkün; a= Kore körfezi; b = Göçten önce, çöküntülerin ulaşmadığı anlaşılan ve kara olarak gösterilen Bo Hai denizi; c= Bo Hai deniziyle Çin ovasına doğru ilerleyen, kuzeydeki Da Hinggan Ling(Büyük Khingan) dağlarının güney uzantısı Yan Men Guan dağları; d= Hoang-Ho ırmağı (Sarı nehir). Sembolde, neredeyse tam yerinde gösterilmiş; e= Yang-Çe ırmağı. Sembolde, aslından oldukça yukarıda yer alıyor; f= Sarı deniz. Sembolde, tam yerinde gösterilmiş; g= Çöküntülerin ardından yok olan Akheron nehri (Erg nehri-Ölüm denizi-Nun nehri-Katranlı nehir- Çin mitolojisinde Lo nehri). Amblemde, karanın içine doğru ilerleyen bir uzantı şeklinde gösterilmiş. Sembolik olarak da yer verilmiş olabilir; h= Çöküntülerin ardından, “f-g-h” alanını kaplayan Pasifik okyanusu.[38] Günümüzdeki Sarı deniz; B= Sembolün, Uzak Doğu’daki coğrafi bölgeye uygulanmış şekli; mavi renk, çöküntülerden sonra okyanusa gömülmüş alan. Belirgin olması için, kıyıya tam olarak oturtulmamıştır. Lacivert renkle sınırlı alan, karaları oluşturan Çin ovasını simgeliyor.
Üç hilal: I= Büyük tufanda, Çin ovası ve Tokara adalarından, Afrika’da Etiyopya (Aethiopia) ve daha sonra Mısır ve Tarım havzasına kadar uzanan göç yolları; II= Uzak Doğu’da Endonezya-Japonya adalarından, Amerika’ya Ejder kayıklarıyla yapılan göçler; III= Japonya-Hokkaido- Thoku adalarıyla, Sibirya ve Taklamakan üçgeni arasında kalan Tokar kökenli kızıl, sarışın, renkli gözlü Ainular’ın (A= sarı renkli alan), kuzeyden kara yoluyla İsveç ve İngiltere’ye kadar uzanan göç yolları; a= Tokara, Amami, Japonya, Hokkaido ve Thoku adalarıyla Çin ovası; b= Aithiopia; c= Aigyptos; d= Kem (Khem-Tarım havzası); e= Bering boğazından Amerika kıtasına geçiş; f= Uzak Doğu’dan Ejder kayıklarıyla gelenlerin, Amerika Kıtası’nda yaklaşık olarak çıktıkları Kaliforniya civarı; g= Orta Amerika’ya varan Maya ve Aztekler; h= Bugünkü Şili topraklarına varan İnka’lar; k= İngiltere’de Amesbury yakınlarında Stonehenge ve daha ötede Torquay kentlerinin temellerini atan Tokar’lar. İngiltere’de Torquay ve Torque=Torc: Devir meydana getiren kuvvet,
dönme momenti; Torquate: Boynu halkalı; Torc: Boyun halkası, gerdanlık gibi anlamları ortaya çıkaran Tokar’ların göç yollarını gösteren şekil. Bu biçim, bir ay şekli oluşturmuş ve Mısırlılarla Tokar’larda gerdanlık yapımına neden oluşturmuş. Bu çerçevede, Nuh’un vasiyeti üzerine Afrika’dan Taklamakan’a varan ve Yafet’in oğlu olduğu ileri sürülen Türk”ün, Antik Türkçeden gelip unutulan asıl adının “Torq” ya da “Torc” olma olasılığı, oldukça yüksektir.
Yabancı kaynakların, savlarını yürütürlerken yukarıda anılan kentlere değinmeyip, Turks and Caicos adalarındaki benzetmelere yönelmelerinde sezilen hiciv, gözlerden kaçacak cinsten değildir.
Günümüzde, Orta Asya ve Uzak Doğu’da Rus, Amerikan, Japon, Çin, Türk ve daha pek çok ülke arkeologları kazılar yapıyorlar. Burada ele geçen mimari buluntular yanında metal buluntulardan altın, gümüş, bronz ve demirden yapılmış objeler, Orta Asya’da yaşayanların yalnızca göçebe topluluklar olmadığının açık göstergesidir. Göçebe olanların ise nedenleri vardır. Bu neden, bölgenin coğrafi ve tektonik yapısıdır. Asya’daki antropolojik çalışmalara, er ya da geç, modern, tarafsız ve bilimsel DNA araştırmalarının kaynak oluşturacağından kuşkumuz yok.
Özellikle Asya’daki metal buluntuların çeşitliliği ve türleri, buranın Hitit, Firig, Urartu, Sümer, Asur, Mısır, İonya, Troya, Yunan, Etrüsk[39] sanat ve kültürlerinin beşiği olduğunu gün yüzüne çıkarıyor. Bu benzerlikler, ölü gömme adetlerinden mumyalama tekniklerine, etnografisinden sosyal görenekleriyle mimarisine kadar uzanıyor. Bunların dışında, günümüzde bile, Orta Asya halklarıyla Afrika yerlileri, Amerika Kızılderilileri, Maya, İnka ya da Aztek giysilerindeki motif ve renklerin, Anadolu motifleriyle olan benzerlikleri şaşırtıcı boyutlardadır.
Bodrum Kalesi’nden alınan yukarıdaki fotoğrafta, soldan sağa doğru: Cezayir korsan gemilerinin bayrağı; Selçuklu sultanı II. Mesud’un (1289) I. Osman’a verdiği bayrak; Osmanlıların yaklaşık 16. yüzyılda kullandıkları donanma bayrağı; yaklaşık 17. yüzyılda, Osmanlıların savaş bayrağı. Yeşil’in denizleri betimlediğini Kâşgarlı Mahmûd’tan öğreniyoruz. Yaptığı dünya haritasında denizleri, “Denizler yeşil ” şeklinde değerlendirmiş.[40] Bu nedenle, olasılıkla denizlerdeki “üç hilal” betimlemesinin Selçuklulardan da önceye ait olduğu ileri sürülebilir. Biz, atalardan kalma, geleneksel “üç hilal” kökeninin Tokar Türkleri kaynaklı olduğu kanısındayız.
Mneseus’un (Lemuria-MU)[41] olağanüstü kültürü, sırasıyla Mısır, Ön Asya, Anadolu ve Yunan, daha sonra da Etrüsk ve Roma kültürlerini oluştururken, Orta Çağ sonundan, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme dönemine kadar, tüm kültürlerle birlikte gelişip olgunlaşmış ve Avrupa kültürünün temel kaynağını oluşturarak onu yönlendirmiştir.
Sonuç
Kendi payımıza, yalnızca Stonehenge’in değil, ağaç kütüklerinden yapılmış Wiltshire ve Cahokia çember yapılarının da, salt bir çember oluşturmak için inşa edildikleri kanısında değiliz. Özellikle Wiltshire’de açıkça görülen, çemberin dış hattından orta merkeze doğru döşendiği anlaşılan direkler, Cahokia çember yapısının, zaman içinde yıkıma uğradığına işaret ediyor. Resimde, bazı direklerin tekrar dikilme çalışmalarına ait görüntü, bunun açık kanıtı. Burada, merkeze doğru yapılacak ayrıntılı bir araştırmayla, iç çemberlere ait, zamanla yok olmuş ve dikili oldukları yerler kapanmış çukurların tespitinin olası olacağı kanısındayız.
Stonehenge’in olası yapısal planı: 1-5= Taş sıraları; Beyaz (1-3)= Olasılıkla üstü ahşap kalaslarla örtülü taş sıraları. 3. sıradaki taşlar, normal insan boyutunun biraz üzerindedir. Olasılıkla, birbirlerine ve taşların üzerine yerleşik yatay ahşap kolonlara halatlarla bağlanarak tutturulmuş ağaç kütükleri. Bunların da üstü, yapraklı ince dallar ve çamurla sıvanmış olabilir; Açık yeşil= 4. ve 5. taş dizilerine ait hat. Bu çizgiler arası, kutsal girişe işaret ediyordu. Yani, yukarıdaki altın ve püskürük taştan yapılmış eserlerde gördüğümüz, dördüncü sırada etrafı dağlarla çevrilmiş bölgenin içi; A= Kutsal alana girişte, üzerine kıymetli eşyalar, sunu ya da kurbanın kesildiği adak taşı (kuzey taraf); B= Okulus (Khem, Kem, tanrının gözü); C= Kutsal alana giriş ve kuzeydoğuda Topuk taşı (Heelstone). Bunun etrafında oluşturulmuş çemberin merkezindeki Topuk taşı, yaz döngüsünde (en uzun gün), güneşle aynı hizaya geliyordu. Moğol ve Türklerde, geniş ve rahat tasarlanmış çizme ya da çarıklar, çayır, otlak ya da meralara zarar vermemek üzere, toprağa hafifçe basabilecek şekilde topuksuz yapılırdı. Bu nedenle, doğaya ve merkezle çatışan güneşe (güneş tanrı-svastika-güneş çarkı) zarar vermemek adına, kutsal alana girişte bunlara gösterilen saygı, Topuk taşına ayak sürerek gösterilmiş olabilir; D= Kutsal alan; E= En dışta yer alan hendek (Canlandırma).
Woodhenge’deki kütüklerin, toprak seviyesinden ancak 30 cm-40 cm olan yükseklikleri, bunların sembolik anlam taşıdıkları; böyle değilse, zaman içinde yoğun bir şekilde yıkım gördükleri, ya da sembolik anlamda yeniden dikildiklerine işaret etmektedir. Biz buranın, başlangıçta aynı Stonehenge’deki gibi, ölçütleri bir tonoz oluşturacak şekilde, uzunlukları hesaplanmış, kenardan merkeze doğru giderek yükselen direklerden oluşturulmuş olabileceği kanısındayız.
Yapıda, güneş ışığının tapınağa geliş konumlarına göre tespit edilebilecek açı hesapları. A= Devir meydana getiren güç (güneş); B-B’= Dönme momenti; C= Polarılmış ışık düzlemi. Bu düzlemde meydana gelen dönel etki (B-B’). Bkz. dn.4.
Stonehenge’in zamanla dolgu nedeniyle yükselmiş olabilecek günümüzdeki tabanında yapılacak analizlerde, yoğun ahşap kalıntılarının tespiti mümkün olabilir. Zira biz, kayaların üzerlerinin, bağlarla sağlamlaştırılmış odun kütüklerinden bir üst örtüye sahip olduğu; üstü kapanan yan bölümlerin orta çembere kadar devam ettiği ve burada son bularak, Gökkubbe’yi temsil eden bir okulus’un oluşturulduğu kanısındayız. Dolayısıyla Stonehenge, ilkel de olsa, bilebildiğimiz dünyanın ilk kubbeli yapısı olmalıdır.
Okulus tabanındaki küçük taş üzerinde (A= Yukarıda, altından yapılmış, aplike piramit modeli eser)oluşan güneş ışığının, olası kesişim noktaları.
Yapı, bu tür inşa planıyla, Dydima Apollon tapınağının, Gökkubbe’yle örtülü sellası ve Roma Pantheon mabedinin okulus’uyla olan benzerliği nedeniyle, son derece ilgi çekicidir.[42]
Yapısal planda, dizileri bozulup çoğu yok olmuş üç sıra taş görülüyor. Aslında, ana planda dairesel 5 taş sırası mevcuttu. Bize göre, 4. ve 5. taş sıraları arası, en dıştaki hendeğin iç tarafında, kutsal alana (etrafı dağlar, ya da dağ/tepee görünümlü piramitlerle çevrili dördüncü taş sırası) giriş sınırını oluşturmaktaydı.
Yapıdaki dikili taşlardan her birinin, bilim adamlarının iddia ettikleri gibi, Presili Rocks kayalıklarından kesilip deniz, ya da kara yoluyla Amisbury’e nakledikleri hakkında da onlarla aynı kanıda değiliz. Yeryüzündeki kaya oluşumlarının yalnızca yöresel olmadıkları, çeşitli tektonik olaylar nedeniyle bir noktada kaybolduktan sonra, bir başka bölgede tekrar ortaya çıkabildikleri jeolojik ve coğrafi bir gerçektir. Bu bağlamda, Stonehenge’de tekrar ortaya çıkmış olabilecek ana kayanın, Presili Rocks’ın devamı olup olmadığını, bilimsel veriler ışığında araştırmamız gerekiyor.
Varsayımsal olarak iddiaların doğruluğu kabul edilse bile, Pembroke sahillerinde deniz kıyısına kadar uzanan Mavi Kayalar’ın bir yerinde, burada yapılmış olabilecek kesimlere ait izlerin, yani bir taş ocağının tespiti gereklidir. İkinci aşamadaysa, böyle bir yerin saptanması halinde, buradaki kesim ölçütlerinin Stonehenge’deki kaya ölçümleriyle uygunluk sağlayıp sağlamadığını araştırmak zorundayız. Ayrıca bu izlerin, Kalkolitik dönemlerden bu yana, başka inşaatlar için kullanılmış taşlara ait olabileceği olasılıkları da göz ardı edilmemelidir.
1= Pembroke kıyılarında gün yüzüne çıkmış Mavi Kayalar; 2= Denizin altında devam eden Mavi Kaya kayaçları ve Amesbury’de tekrar ortaya çıkmış olabilecek uzantısının oluşturduğu ana kaya; 3= Toprak katmanı; 4= Toprakta, ya da toprak+ana kayayla birlikte açılmış yuvalar; 5= Stonehenge; 6= Stonehenge yakınlarında olabilecek, olası taş ocağı; 7= Mavi Kaya’ları, taş ocağından Stonehenge’e taşıyan Kyklop’lar (Pivoted lever machine-Kollu ocak çengeli-Herodotos’a göre kanca) ve Kyklop ustaları iş başında.[43]
Günümüzde Çin topraklarındaki Büyük Beyaz Piramit, bölgede yaşayanlar için o kadar kutsaldı ki, Türkler sırf bu nedenle, Büyük tufanın ardından bölgede azalan Tokara Türklerinin nüfusuna rağmen, kutsal saydıkları topraklara girememeleri nedeniyle Çinlilere karşı çok uzun süren savaşlar vermişlerdir.[1] Stonehenge’liler de, başlarına gelen tektonik felaketler nedeniyle göç ettikleri ana yurtlarından çok uzaktaki İngiltere topraklarında bile, Büyük Beyaz Piramit’i unutamamışlardı. Çember yapının orta mekanında, küçük bir taş üzerine aplike edilmiş altından yapılmış piramit modeli üzerine gelen günün ilk ışıkları, modelin her kademesindeki basamaklardan yansıyarak, altın piramit modelin karşısına aplike edilmiş püskürük maden taşın üzerindeki Çember taş modelinin üzerine yansıyıp ışıyor, onu aydınlatıyordu (A). Doğal ki bu aydınlanma, gün dönümlerinde oluşuyor, böylece Ekin ve Hasat zamanlarının geldiği anlaşılıyordu. Güneş ışığına karşı Çember taş betimlemesinin değil de, öncelikle Büyük Beyaz piramit modelinin yerleştirilmiş olması, Uzak Doğu’ya, dolayısıyla Büyük Beyaz Piramit’e olan saygı ve bağlılıklarının hâlâ devam ettiğini göstermesi yönünden dikkat çekicidir. Böylece Çember taş, dolayısıyla Stonehenge’liler, öncelikle güneş, daha sonra da Büyük Beyaz Piramit’ten yansıyan ışıkla iki kez kutsanmışnardır.
[1] Düzgüner, F. mimar.ist, Sayı: 28, s.107.
Rapa Nui’de, kayadan oyulmuş, ancak henüz tamamlanıp yerinden kaldırılmamış bir heykelden in situ görünüm.
a, b: Easter Island: land of mystery (2):
(www.crystalinks.com/easterisland.html-25k).
Stonehenge’deki kayaların, kara yolu ya da sallarla Bristol körfezinden geçilerek kuş uçumu, yaklaşık 280 km uzaklıktaki Amisbury’e ulaştırıldığı hakkındaki savlar, ütopik varsayımlardan öteye geçmiyor.[44] Buna ait belgeleri, Atlas okyanusunun jeolojik yapısını ortaya koyan bir makalede bulabiliyoruz. Makalede aynen şöyle deniyor: “Bilim adamlarınca saptanan çeşitli argümanlar, yüzey kayaçlarının yaşlarını tayin etmek için kullanılmaktadır. Haritada, okyanusun jeolojik yapısını gösterir tabanını görüyoruz. Bunlar, en genç olan kayaçlardan, daha yaşlı olanlara göre sırasıyla; sarı, kırmızı, kavuniçi ve mavi renklerle gösterilmiştir. Mavi kayalar, 150-200 milyon yıl öncesinde, Atlas okyanusunun genişlemeye başladığı Kretase (Jurassic age) dönemine tarihlenmektedir”.[45] Aynı haritada Mavi kaya kayaçlarının İskandinavya’dan başlayarak, İngiltere, İrlanda, Kuzey Fransa, Kuzey İspanya ve buradan Afrika kıyılarına kadar uzandığı anlaşılıyor. Bunlar, yalnızca İngiltere’nin Presili Rocks dağlarıyla Pembroke’ye özel bir kaya oluşumu değildir. İddia ettiğimiz gibi, oradan Stonehenge’e kadar uzandığı, bundan da öte, İngilterenin tüm alt yapısını oluşturduğu ortadadır.
Atlas okyanusu tabanında, İskandinavya’dan İspanya’nın kuzeyine kadar uzanan kayaçlardan, Mavi kaya oluşumları (sarı daire içinde gösterilmiştir).
(İrera.as.arizona.edu/lectures/earth.htm).
Yine Bronz çağına ait olduğu kuşkusuz olan Rapa Nui adası (Isle de Pascua- Easter island- Paskalya adası) sakinlerinin, kayalardan oyarak yaptıkları Moai (moe’nin gözü=ayın gözü) heykelleri, puna pau adlı taş ocağından oyularak getirilip, bulundukları yerlere dikilmişler. Ağırlıkları 80- 90 ton olan heykellerin, dikildikleri yerlere nasıl taşındığı konusu, aynı Stonehenge’de olduğu gibi, bugüne kadar bilim dünyasını hayretler içinde bırakmıştır. Ancak Carpiceci “pivoted lever machine= milli manivela makinesi” dediği ve günümüzdeki vincin yerini tutan ahşap makinelerden (Kyklop’lar) bahsediyor. Bu makineler, Mısır ve Rapa Nui’de olduğu gibi Stonehenge’de de devreye girmiş olabilir.[46] Olasılıkla, maçuna ya da kollu ocak çengelinin bir benzeri olan makinelerin, tekerleğin Asya’da İÖ 4500’deki keşfi göz önünde bulundurulduğunda, bunlara sahip olabilecekleri, uzak bir olasılık olmamalıdır.[47] Taş, ya da heykellerin baş kısmının, makinenin bir kepçesine, ayak kısımlarının da diğer makine ya da makinelere takılıp kaldırılması halinde, kyklopik heykellerin yerden kaldırılarak taşınmış olması, olasıdır. Eğer böyleyse, taşımada, büyük baş hayvanlar kullanılmış olmalıdır. Piramit inşaatlarında da kullanıldığı bilinen ve Herodotos’ta adı “kanca” olarak geçen makinenin, Uzak Doğu kökenli olma olasılığı son derece yüksektir. Diğer bir olasılık, Kyklop vinçlerine gerek kalmadan, dikili taşların, hemen arkalarındaki kaya oluşumlarından kesildikten sonra, ana kaya üzerinde oluşturulmuş yuvalara kaydırılarak yerlerine yerleştirilmiş ve etraflarının toprak+taş dolguyla desteklenmiş olabileceğidir. Merkezden dış halkalara doğru yapılmış işlemler sırasında, bir önceki çember taş için yapılan kesimdeki boşluk, daha sonraki işlemde yuva olarak kullanılmış olmalıdır. Afrika ve Amerika’daki piramitler, her iki yönde, birbirlerinden çok uzaktaki bu kültürlerin, merkezi bir kültürle olan bağlarını, yani Asya’yı işaret ediyor. Stonehenge ve Rapa Nui adasındaki yüksek ağırlıklı taşlar, Ege’deki Kyklopik inşa tekniğinin ayrı bir göstergesini oluşturmaktadır. Diğer tarafta, Stonehenge’de yapılmış olmasını mümkün gördüğümüz yontu işlemlerine ait yongasal kaya parçaları (arkeolojik çöplük), olasılıkla her ne kadar temizlenmiş olsa da, şayet başka amaçlarla kullanılmamış iseler, yapıya yakın bir yerlerde gömülü olmalıdır. Kyklop vinçlerine bugüne dek rastlanılmamış olması, makinenin ahşap yapısıyla doğrudan ilgilidir. Araştırmacılar bağlayıcı metal aksamlara rastlamış olsalar da, hakkında hiç bir bilgi sahibi olmadığımız makinenin bu parçalarını tanıma ve tanımlamaları, doğal olarak bugüne kadar mümkün olmamıştır.
Çember taş ve Rapa Nui heykellerinin, Kyklop makinelerine gerek kalmaksızın dikilmiş olabilecekleri diğer bir teknikten ayrıntı: I= Yüzey toprak hafriyatı; II= Kesimi tamamlanmış ve dikilmiş çember taş;[48] III= Merkezden dışa doğru olan çizgide, yeni dikilecek (→) çember taş için oluşmuş, hazır yuva.
“Mimari Donmuş Müziktir” diyor Erözü. Yazarın, bu muhteşem yorumuna nasıl olur da katılınmaz? Stonehenge’in üstünün kapalı olduğu düşünüldüğünde, kozmos’u betimleyen yurtların içinde, tıpkı uzaydaki ışınsal oyunların oluşumuna benzer biçimdeki müzikal kurguyu düşlememek olası değil.[49] Ünlü Procopius da, Hagia Sophia Kilisesi’nin kubbesini betimler ve sanki Stonehenge’e atıfta bulunurken şunları söylüyor: “…gün her zaman buradan gülümsemeye başlar. O, bütün yeryüzüne egemendir ve yeterince ışık alabilmesi amacıyla kısa taş aralıklarıyla delinmiştir”.[50] Bize göre, tıpkı Stonehenge’in Mavi kaya aralıklarıyla delinmiş çember duvarlarını tanımlıyor tarihçi. Doğal ki, geleneksel ve kökenden gelen bir kültürün etkisiyle.
Hele Hırvatistan’ın Sarayburnu’nu andıran köşesindeki Zadar’ın deniz org’unu gördüğümüzde, insan ister istemez “Keşke!” diyor, “Keşke Sarayburnu’nda ve ilk bizde olsaydı”.[51] Bencilliğimizden değil elbet. İnsanın o kıvrak ve ince zekasına olan hayranlığımız, dolayısıyla Tanrısal “matematik+sanat” bütünlüğüne olan düşkünlüğümüzden. Gemiyle önünden geçerken, bu olağanüstü eseri her gün birilerimiz görebilme, doğadan gelen armonileri duyabilme fırsatını yakalayabilseydi diye. Ağır beton gökdelenler, tren, tramvay ve araba gürültüleri arasında, doğadan bir ses, bir nefes hiç olmazsa! Yoksa, Zadar’da olması bile büyük mutluluk ve de insanlık adına övünç bizler için. Yapının mimarı Nikola Basic ve Dalmaçyalı taş oyma ustalarını, tüm içtenliğimizle kutluyoruz. “Avrupa Halka Açık Kent Alanı Ödülü”nü, bilimsel zeka ve becerilerini yansıttıkları bu görkemli eserle, fazlasıyla hak ederek kazanmışlar.
Asya kökenli insanlık tarihi hakkında, yakın bir gelecekte yapılacak kapsamlı antropolojik, arkeolojik ve etnografik araştırmaların, Gazi Mustafa Kemal’in bu konuyu yıllar öncesinden bildiği, ya da akıl yetisi ve edindiği ön bilgilerle, geçmiş ve gelecek hakkındaki güçlü önsezilerinin de yardımıyla, en azından tahmin ettiği hakkındaki tezimizi güçlendireceğinden kuşkumuz yok. Halen yapılan ve bundan sonra da hızla süreceği kuşkusuz olan bilimsel araştırmaların, dünya tarihi ve insanlığa, bilim dışı saptırma, inkâr ve çekişmeler yerine, dostluk ve karşılıklı anlayış getirmesi dileklerimizle.
[1] Mitoslarda “Persephone’nin (Kore= Genç kız. Günümüzdeki Kore yarımadasının hemen karşı kıyıları) koruluğu”, ya da “Sisli karanlıklar ülkesi= Çin” olarak geçiyor. Bkz. Demeter, Hades, Persephone. Erhat. A. (2002) Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, s.85, 86,120, 121, 242.
[2] Toqīr= Dokur; Toqīmāq= Dokumak anlamlarına geliyor. Kâşgarlı Mahmûd’un verdiği örnekse şöyle: “er bz Toqīdı: Adam pamuklu kumaş [bez veya başka bir şey de olabilir] dokudu. Tokar’ların ilk dokuma tezgahını keşfettikleri, bu nedenle, tıpkı günümüzdeki “Bilgisayar toplumu”na benzer şekilde “Dokumacı toplum” anlamında “Tokar” adını taşıdıkları anlaşılıyor. Kâşgarlı Mahmûd (2005) Divânü Lugâti’t-Türk, Çev. S. Erdi; S. T. Yurteser, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, s.579.
[3] Antik dönemlerde, güneşin çeşitli dillerde karşılığı (Tokar’cada, Swāñce/Swāñco) için Bkz.
User: Dysfunktion/List of common Indo European roots-Wikipedia:
en.wikipedia.org/wiki/user:Dysfunktion/List_of_common_Indo_European_roots-271k
“Swāñce/Swāñco= Kyknos” kelimeleri, büyük olasılıkla, geçmişte kayıp saydığımız bir uygarlığın ismidir. Güneşin beyaz ışınları, ya da günü aydınlatması nedeniyle “kuğu kuşu”nu karşılıyor. Bu kapsamda, Tokara adaları arasında yer alan “Suwanosejima”yla, Afrika’da “Kuğu gölü” adıyla da anılan Viktorya gölü dikkat çekicidir. Anadolu-Yunan mitolojisinde Zeus, ölümlü Leda’yı kuğu (güneş) kılığına girerek ayartır. Diğer bir mitosta, Apollon doğar doğmaz, başının üstünde kuğu kuşları (güneş ışınları) uçuşmaya başlamış, tanrı Zeus da oğluna kuğuların çektiği bir araba, başına bir altın külah ve eline bir de rebab vermiş. Bkz. Apollon. Dört efsaneli Kyknos. Leda. Erhat, A. a.g.e., s.49, 188, 193, 194. Güneş sembolü olduğu için Akhilleos, Kyknos’un derisine silah işletemez. Apollodoros, Epitome, 3.31.
[4] Torque= Devir meydana getiren kuvvet, dönme momenti (Bu güç ve moment, Stonehenge’deki güneş hareketlerine de işaret eder); bazı sıvı ve billurlardan geçme sonucunda polarılmış ışık düzleminde meydana gelen dönel etki; Torc, torque= Burma madenden gerdanlık. İngilizce Türkçe Redhouse Sözlüğü (1986) Redhouse Yayınevi, İstanbul, s.1034, 1035.
[5] Redhouse, a.g.e., s.1034. Türklerde ateşin kutsallığı ve ateş’in bulunuşuyla ilgili bir Altay mitosu için Bkz. Ögel, B. (2006) Türk Mitolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, CII, s.55, 504, 524, 525. Moğollarda ve Türklerde ateşe işeme yasağı ya da günahı (Anadolu’da hâlâ devam eden bir gelenek), on binlerce yıldır süren mitolojik gerçeğin bir yansımasıdır. Freud, S. (1999) Dinin Kökenleri, Çev.. S. Budak, Öteki Yayınevi, Ankara, s.235-241.
[6] Torqu= İpek. Kâşgarlı Mahmûd, a.g.e., s.581. Türklere, ipeğimsi beyaz tenleri nedeniyle verilmiş bir isim olmalıdır.
[7] Erg= Uzak Doğu’da, Marduk (Apollon Karneios) olayı sırasında meydana gelen elektriksel gücü temsil etmesi nedeniyle, Akheron’a Türkler tarafından verilen isim. Erg nehri. Platon da Asya’ya, benzer şekilde “Ampheres” diyor. Bkz. dn.24; Enek= Erg nehri kıyılarında, Ordos’tan, Si Kiang nehrine kadarki alanda tarım yapılmasını sağlayan saban; On= Bu alandaki toprakları sabanla işleyerek onu iyileştirip onarmak. Bu kapsamda Erg-enek-on= Erg nehri kıyılarında, Ordos’tan Si Kiang’a kadarki alanda sabanla işlenerek tarım yapılan, toprağı onararak ondan verim alınan bölge, anlamına geliyor.
[8] Bailee= Emanetçi. Kendisine saklamak için verilen malı kabul eden kimse; Atha= Ata; Client= Müvekkil.
Müşteri. Alıcı. Eski Roma’da, eşraf ve hanedan evlerine intisap eden adam. Yanaşma.
[9] İngilizcedeki “İnitial” kelimesi, bu isimlerdeki “iniş” kökeninden geliyorsa, bu isimler, “baştaki, birinci, evvelki” anlamlarında, “ilk kurulan kentler” olarak da değerlendirilebilir.
[10] Türk ve Moğollarda “toprak”, ya da “Göksel ruhlar” anlamına gelmekteydi. Düzgüner, F. (2007) “Yurt, Praitorion, Kilise ve Cami Mimarisi İlişkileriyle Volkanlar”, mimar.ist, Sayı:23, s. 79, 80, 81.
[11] Inishturk= İrlandalılara göre, “Vahşi erkek domuz adası= Wild boar island” anlamına geliyor.
[12] Pos, ya da pala bıyık türü, günümüz Türklerinde, genelde kabadayı tabir edilen kişiler arasında moda olan, geleneksel bir bıyık türüdür. Karşılaştırma için Ainu’lara bakınız. (bp2.blogger.com/.../nm_6R1t3zmc/s400/s_ainu.jpg). Bir Maya ahşap yontusundaki benzer bıyık türü için Bkz. Coe, M. D. (2002) Mayalar, Çev. M. Özdemir, Arkadaş Yayınevi, Ankara, s.96, Res.48.
[13] Ortadaki en iç çember= Güneş’in gözü, tanrının gözü, Ra’nın gözü, Kem, Khem, Oculus. Yurt tipi yapılarda, çadırın kubbe ortasında bulunan açıklık, yani tono denilen baca.
[14] Calçoene - the Brazilian Stonehenge?: (Archaeoastronomyarchaeoastronomy. wordpress.com/2006/05/14/
calcoene-the-brazilian-stonehenge/ - 79k ).
[15] Düzgüner, F. (2007) “Bir Güneş (Ateş Kültü) Tapınağı: Pantheon”, mimar.ist, Sayı: 26, Şek.6.
[16] Wiltshire County Council-Wiltshire Community History Get…: (www.wiltshire.gov.uk/community/getcom2.php?id=149-52k).
[17] Yığın, öbek, küme.
[18] 1 inç= 2.54 cm.
[19] Yönetmenliğini 2004 yılında Mark Roper’ın yaptığı Volkan (Volcano) adlı filmdeki olay İtalya’da geçiyor.
Angela adlı kız, ölen karısının yaşadığı yerleri Amerika’dan görmeye gelen kocaya, fırsat buldukça ve sürekli olarak iç içe daire ya da spiraller çiziyor. Filmin sonunda, konuşma yeteneği olmayan ve bu nedenle halk tarafından akıl yetisi noksan olarak tanınan kızın, bir volkan patlamasını anlatmak istediği, ancak son bölümlerde gerçekleşen olaylar sırasında anlaşılabiliyor. 03.01.2008 tarihli Cine 5’ten.
[20] Her ne kadar ütopik görünse de, “Kem er’leri” kelimesinin, günümüz Türkçesinde kullandığımız “kemer” kelimesiyle olan bire bir benzerliği ilgi çekicidir. Üstelik, her üç figürde de kemer şeklinde betimlenmiş. Tahrip edilmeden önce, belki Inishturk’teki kabartmada da vardı?
[21] Yuvarlak başlığı, Rapa Nui adasındaki Moai heykellerinin başlarındaki yuvarlak şapkalarla karşılaştırınız. Bu semboller, Uzak Doğu’daki Apollon Karneios (Marduk) felaketi sırasında, Marduk’tan kopup insanların başlarına düşen ateş toplarını betimlemektedir. Savlarının pek çoğuna katılmadığımız Joseph, Bolivya’da İnka’lara ait yaradılış miti Munduku hakkında şöyle diyor: “…Güneş tanrısı Ra-imi’nin, yeryüzünü, daha önemsiz bir tanrının başının üzerinde düz bir taş şekli vererek yarattığı söylenir”. İnti Ra-imi’nin Şili ve Bolivya’ya, yaklaşık 400-1000 yılları arasına tarihlendiği savlanan Rapa-Nui adasından geçerek geldiği, dolayısıyla saptanan tarihlemelerden hiçbirinin doğru olmadığı, Prehistorik dönemlerin ardından, adada ilk ikamet edenlerin İnka’lar olduğu ortadadır. Joseph, F. (2005) “Kayıp Uygarlık Atlantis”, Dharma Yayınları, İstanbul, s.295. Çin’de İÖ 4700-2500 arasına tarihlenen Hongshan kültürüne ait yeşim taşından yapılmış, muhtemelen Hacivat Karagöz gibi takma kollu olabilecek bir heykelcikle, Rapa Nui adasından ele geçen porselen (adada, porselen yapımı için malzeme yoktur) ve ahşaptan (olasılıkla, adada bakır ya da bronz yapımı için gerekli kaynak bulunmadığından. Ancak işçiliğin bakır ve bronz işçiliğine benzerliği dikkat çekicidir) yapılmış Rongo-rongo tabletleri üzerinde betimlenmiş insan tasvirleri arasındaki benzerlik, Rapa Nui sakinlerinin dayandığı kaynak kültürle ait olduğu dönemi, dolayısıyla İnka’ların da kaynağına işaret etmektedir. Düzgüner, F. (2008) “Yurt ve Piramit mimarisinin Kökeni: Yangshao Kültürü”, mimar.ist, Sayı: 28, s.106.
[22] Bu sekiz kent, İÖ 4,000-3,500 yılları öncesinde, Orta Asya’daki Taklamakan çölünden (Kem-Khem),
Japonya-Endonezya adalarına (MU) kadar uzanan alandaki kentler (?) olmalıdır.
[23] Priuli, A. (1984) Fels-Zeichnungen in den Alpen, Ausgabe Benziger Verlag Zürich, Köln, s. XIV, XLIV.1, XLV.15, XLVI.21, 1, 15, 34, 78, 95, Res.11.
[24] Platon, eski Mısır kaynaklarından edindiği kuşkusuz olan “Kritias” adlı eserinde, Asya’ya “Ampheres”, Avrupa’ya ise “Evaimon” diyor. Kelimelerin açık anlamlarıysa şöyle:AMPHERES= (“Amp” kökünden Ampere): Elektrik akımının (Uzak Doğu’daki Marduk-Apollon Karneios ve tektonik olaylar) en güçlü yaşandığı yer; EVAIMON= (“Eva” kökünden Evacuate, ya da Evacuee): Tehlike yerini (Asya’daki tektonik olaylar) boşaltan, tahliye eden, buradan uzaklaşan insanların oturdukları yer. Platon (2001) Kritias, Çev. E. Güney; L. Ay, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 114a, b. Buna ait verileri, Viking’ler yanında İngiltere’de Orta çağ başlarına kadar ölülerin, ateşe verilen bir sal üzerine yerleştirilip deniz, ya da nehir sularına bırakılması adetinde buluyoruz. Avon nehri kıyısındaki “Sal>is<bury” adı, “sal” ve “bury= defin” bileşik kelimesindeki, “sal’da defnetme” anlamıyla ilgi çekicidir. Günümüze kadar ulaşan görenek, Amerika Kızılderilileri ve bazı beyaz ailelerde de, kremasyon sonunda, ölüye ait küllerin deniz, ya da nehir sularına bırakılması şeklinde sürdürülmektedir. Gelenek, Uzak Doğu’da yaşanan müthiş tektonik felaketler, lamarın içinde kalıp ölenler ve ardından oluşan Büyük tufan sularıyla yakından ilişkilidir. Uzak Doğu’daki ölü yakma ve küllerini suya bırakma adetleriyle karşılaştırınız.
[25] Aztek’lerde de bu tip kutlamaların […tlaca xipeualizth es gran fiesta= “Büyük bayramda, hayvan postu giymiş tlaca”; “Büyük bayramda, davul döven tlaca”; “Büyük bayramda, elinde zil ve yaprak (thyrsos) taşıyan tlaca”] yapıldığını Townsend’in kitabında yer alan bir Aztek betimlemesinden anlıyoruz. Buradaki “tlaca” kelimesi, büyük olasılıkla “şaman=shaman” anlamına gelmektedir. Townsend, R. F. (2001) Aztekler, Çev. M. Özdemir, Arkadaş Yayınevi, Ankara Res.49.
[26] Kubbe mimarisi için Bkz. Esin. E. (2003) Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, s.124, 125. Düzgüner, F. mimar.ist, Sayı: 26, s.105 vd.
[27] Düzgüner, F. (2004) Iustinianus Dönemi’nde İstanbul’da Yapılar, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, s.21, 22. Ref. Dumbarton Oaks, Cataloged October 2008. Harvard University, Hollis Catalog- Hollis Number: 009566556 (NA370.D89 2004- Fine Arts FAL-LC NA370.D89 2004). New Titles /Library/Dumbarton Oaks: (www.doaks.org/library/new_titles.htm-110k). Düzgüner, F. (2005) “Byzantion’un Yedi Eko Kulesi ve Uç Kaleler”, mimar.ist. Sayı:18, s.114. Düzgüner, F. (2006) “Ayasofya’nın Mimarisi ve Kubbesinin Tanımı”, mimar.ist, Sayı:19, s.94.
[28] Procopius bunlara sırasıyla “trigonus- triangulus; apsis- arcus ve spharairoeides tholos- testudo orbiculata” diyor. Prokopios (1994) İstanbul’da Iustinianus Döneminde Yapılar, Çev. E. Özbayoğlu, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, s.20, 21.
[29] Erhat’a göre, Adem’in karısı Hebe’dir (Hitit yazıtlarında Hepat, Hepatu, Arinna). Günümüzde, Çin’de insanın kökeni olan Choukoutien’de, Chou Adamı’nın bulunduğu mağara çevresinin (Beijing dolayları) Hebei olarak anılması, ayrıca Kore’ye (Persephone’nin ülkesi) yakınlığı dikkat çekicidir. Güney Kore’de, bir kum sanatçısı (Sand art) tarafından gerçekleştirilen “Adem ve Havva” konulu gösteri, konumuzla yakından ilgili ve son derece ilginçtir. Bkz. Hebe. Erhat, a.g.e., s.123. Man making sand art for sicaf seoul 2003:(video.google.com/videoplay?docid=-1268898010394294338).
[30] Eserdeki dağ motifleriyle çevrili alan, İnka’ların “Viracocha”, Türklerin Ergenekon mitoslarını hatırlatıyor. Ancak, Ergenekon’da sel baskınından bahsedilmez. Viracocha efsanesinde, dağlarla çevrili alanı, sel basar. İnka dilinde Cocha= Göl, deniz, su haznesi, deposu, bent anlamlarına geliyor. Pek çok sıfatları arasında “Büyük (Cocha= Kocha= Koca ?), güçlü (Erg-Erk)” ifadelerini de taşıyor. Bu denizin “Büyük Deniz= Pasifik, Büyük Okyanus” anlamını çıkarmamız mümkün. İlgi çekici biçimde, “Vira” kelimesinin, denizcilikte “yukarı, sürekli, aralıksız” anlamlarına geldiğini biliyoruz. Bu çerçevede, bileşik kelime olan “Vira-cocha”nın anlamını, “Büyük denizde yukarı doğru, sürekli (aralıksız) kürek çekme” olarak değerlendirmemiz olasıdır. Bu açıklama, İnka’ların Uzak Doğu’daki tektonik felaketlerden, Ejder kayıklarıyla Amerika kıtasına yaptıkları kaçışı hatırlatıyor. Viracocha-Wikipedia, the free encyclopedia: (en.wikipedia.org/wiki/Viracocha-33k).
Gerçek Antik Türkçemizin, ”Inish= İniş, yokuş aşağı” ve “Cocha= Koca, kocaman, büyük”, Torc, Torque vb. gibi kelime yapılarına benzer biçemlerden oluştuğu anlaşılıyor. Benzeri bir ifadeyi, Maya’ların “Chilam balam” adlı kitabında görüyoruz. Burada, “Chilam= Çile, çilem”, “Bala-m= Bala, çocuk, bebek, küçük kuş” anlamlarından, “Çile çocuğum, çile kuşum” anlamlarını çıkarmamız mümkün.
[31] Bu dönemde, Hokkaido adası, Sibirya ve Bering Boğazıyla, buradan Beijing’e kadar olan bölgede, kızıl, sarı saçlı, beyaz tenli ve çekik olmayan renkli gözlü Ainu’lar (Jomon) yaşıyordu. Levin, M. G. (1964) Akademia Nauk SSSR, Institute Etnografi-Patatov L.P., The Peoples of Siberia, Chicago University of Chicago Press, Chicago. August1997lead:
[32] [PDF] = East Asian: (www.nara.accu.or.jp/english/about/conference/pdf/keynote.pdf). Düzgüner, F. mimar.ist, Sayı: 28, s.106, 107.
[33] Meydan Larousse/XIX.451; XVI.224.
[34] ML./XIV.72.
[35] ML/ XIX.451.
[36] Piri Reis bu haritayı, büyük olasılıkla çok eskiden bölgede yaşayıp, Grönland yoluyla Amerika’ya Kristof Kolomb’dan çok daha önce varmış olan göçmenler tarafından yapılıp, Avrupalı denizci ya da korsanlarca kopya edilmiş bir eskizden örnek almış ve Osmanlıca’ya tercüme etmiş olabilir.
[37] Krş. İçin Bkz. Esin, E. a.g.e., Res.185, 347. Coe, M. D. a.g.e., Fig.21, 28, 29, 34, 36, 46, 56, 69, 70, 71, 72, 73, 75, 79, 83, 84, 93, 94, 104, 109, 123, 128, 135, 137, 140d, e, f, i, j, 141, 143, 153, Lev. XI, XIV, XV, XVI, XVII. Townsend, R. F. a.g.e., Fig. 15, 17-19, 29, 34, 36, 38, 43, 47-49, 50-52, 55, 60, 66-68, 70, 77, 80, 86, 88, 90, 99, 108, 127, 134, 141.
[38] Moğol hükümdarı Cengiz (Dengiz) Han’ın [1162-1227 (Temuçin= Demir işleyen), Moğolca= Чингис Хаан] anlamı “Okyanus” idi.
[39] Tulunay, E. T. (1992) Etrüsk Sanatı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, s.13-17. Tulunay, a.g.e., s.9-18. Ildız, E. (2005), “Etrüsklerin Kökeni Üzerine yapılan Araştırmalar ve Yayınlar”, Bilim ve Ütopya, Sayı: 138 s.3-8.
[40] Kâşgarlı Mahmûd, a.g.e., Arka kapak içi harita.
[41] Platon bu kıtaya “Mneseus” diyor. “MU” adı, Lemuria, ya da Mneseus’un kısaltılmış şekli olabilir. Platon, a.g.e., 114.a, b.
[42] Düzgüner, F. mimar.ist, Sayı: 26, s.104, 105, 108. Düzgüner, F. mimar.ist, Sayı: 23, s.86.
[43] Günümüzdeki vinç veya kepçe ustaları.
[44] Aynı Mısır piramit ve tapınaklarında savlandığı gibi, uzaydan gelenler tarafından yapıldıkları hakkındaki dayanaksız ve yankısal iddialar, üzerinde bahse bile değmiyor. “Yıldızlar arası seyahat teknolojisine sahip yabancıların ellerinde, taştan başka malzeme, veya dört taşı oymak için aletleri mi yoktu?”. Ya da, “Mısır’daki tapınakları inşa eden uzaylıların tanrılarıyla, dünyalıların yaşadıkları ortamından çıkmış doğa tanrıları aynı mıydı?” şeklindeki basit soruların, sorgulanmadığı ortadadır.
[45] İrera.as.arizona.edu/lectures/earth.htm (ircamera.as.arizona.edu/…/images/atlantage.gif).
[46] Düzgüner, F. mimar.ist, Sayı: 28, s.107, 108, dn.48.
[47] Tekerleğin Uzak Doğu’daki keşfi, Chou Adamı’ndan Kalkolitik çağ başlangıcına dek, kraterlerden düzlüğe yuvarlanan tektonik taşlardan çember biçimli olanların, ovaya vardığında hâlâ daha yuvarlanıyor olmasını, on binlerce yıl gözlemlemesine borçlu olduğu anlaşılıyor.
[48] Kayanın alt kesimi gerçekleştirilirken, iki kaya arası odun kütükleri veya taş parçalarıyla desteklenmiş, oluşan boşluk daha sonra taş+toprakla doldurulmuş olmalıdır.
[49] Erözü, C. (2008) “Mimari Donmuş Müziktir”, Mimarlık ve Yapı Malzemeleri Dergisi, Sayı: 10, s.20-26.
[50] Prokopios, a.g.e., s.20.
[51] Sarayburnu’nun çalkantılı deniz suyu hatırlandığında, buradan doğacak müzik ve armonilerin İstanbul boğazına katacağı görkemi, herhalde düşlemeye bile gerek yok. Tıpkı I. Theodosius’un İstanbul’daki piramit yapısı olan Tetraskeles’te olduğu gibi. Şenoğuz, Z. (2008) “Doğa ve Mimarinin Birleşiminden Doğan Müzik, Zadar’ın Deniz Org’u”, Mimarlık ve Yapı Malzemeleri Dergisi, Sayı: 10, s.54, 55. Düzgüner, F. (2005) “Byzantion’un Yedi Eko Kulesi ve Uç Kaleler”, mimar.ist. Sayı: 18, s.112, Fig.5. Düzgüner, F. (2006) “Byzantion Dönemi’ndeki Kurgusuyla Bir Anadolu Mucizesi: İstanbul”, mimar.ist, Sayı:21, s.93, 94.
Etiketler: Spiritüalizm, Bilim, Kuantum fizik
Afrika yerlileri,
Amerika Kızılderilileri,
bilim,
Büyük tufan,
dikilitaş,
Djehuti,
Dünyanın İlk Kubbeli Yapısı,
Kalkolitik çağ,
Maya,
mumyalama,
ölü gömme adetleri,
Stonehenge
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)